BÖLÜM 4
KÜLTÜRE YANSIMALARI

Büyük Sıfırlama’nın Ardından

YENİ "GEÇİCİ" DÜNYA

BÖLÜM 4
KÜLTÜRE YANSIMALARI

Büyük Sıfırlama’nın Ardından

YENİ "GEÇİCİ" DÜNYA

Kavramsal olarak baktığımız zaman sıfırlama dediğimiz şeyin herkes için eşit bir başlangıç, temiz bir sayfa olması gerekiyor. Gerçi ortada bir sayfa var, ancak bu sayfa şimdilik kurallarını işverenlerin çoktan yazmaya başladığı boş bir senet görünümünde. Çalışanlar işlerini koruyabilmek için bu ne vaat ettiği belirsiz senedin altına imza atmak zorunda kaldıklarının farkında. Üstelik bu imzayı atarken onlarca yıl mücadele ederek kazandıkları hakların sıfırlanmasına da göz yumuyorlar. Hillary Leichter'in gig ekonomisinin hayatlarımızda yarattığı ya da yaratacağı değişiklikleri hayal eden bu ilk romanı Temporary / Geçici; distopik bir gelecekte, adı bilinmeyen bir kahramanın bize son derece gerçekdışı görünen hayatını kendine özgü, ironik bir dille anlatıyor.

Takvimler 1 Ocak 2001 tarihini gösterdiğinde pek çoğumuz önümüzdeki yılların bize getireceklerini hayal etmekten uzaktı. Geldiğimiz noktada ise yakın geçmişteki halimiz çok uzun zaman önce geride kalmış ilkel bir dönemin sönük bir hayali olarak görünüyor gözümüze. Bilgisayarlar ve onlarla bağlantılı teknolojiler elbette çok daha uzun zamandır hayatımızdaydı. Ancak 21’inci yüzyıl eskiden olduğu gibi insanların teknolojiye hükmettiği bir dönem değil teknolojinin insanlığı yönlendirdiği ve geleceğine şekil verdiği bir dönem olarak devam ediyor.

Bu hızlı değişimin en büyük tetikleyicilerinden biri ise üç yıl önceki Covid19 salgını ve sonrasında yaşananlar. Bu zor dönemde teknolojinin yardımıyla küresel bir köy haline gelen dünyayı yine teknoloji aracılığıyla evlerimizin içine taşımak zorunda kaldık. Sokağa çıkamayan, hayat olarak bildiğimiz gündelik rutini sürdüremeyen ve en önemlisi de ayakta durabilmek için dışarıya bağımlı olduğu halde bunu nasıl ve kimden talep edeceğini bilemeyen insanlık bir belirsizlik dönemi geçirdi. Dünya ekonomisi yolu bildiği şekliyle yürüyemediği bu dönemde haliyle bocaladı. Ancak bu bocalama dönemi yüzyıl önce yaşanmış bir salgına kıyasla görece daha kısa sürede atlatıldı. Yine teknolojinin yardımıyla elbette.

Kavramsal olarak baktığımız zaman sıfırlama dediğimiz şeyin herkes için eşit bir başlangıç, temiz bir sayfa olması gerekiyor. Gerçi ortada bir sayfa var. Ancak bu sayfa şimdilik kurallarını işverenlerin çoktan yazmaya başladığı boş bir senet görünümünde. Çalışanlar işlerini koruyabilmek için bu ne vaat ettiği belirsiz senedin altına imza atmak zorunda kaldıklarının farkında. Üstelik bu imzayı atarken onlarca yıl mücadele ederek kazandıkları hakların sıfırlanmasına da göz yumuyorlar.

Bir tür sıfırlama dönemini mi yaşıyoruz?

“Kapanma bizlere dünyamızı yeniden hayal etmek, onu yansıtmak ve sıfırlamak için çok dar ama nadir bulunan bir fırsat penceresi sundu” diyor Profesör Klaus Schwab. Schwab her yıl Davos’ta dünya liderlerinin de katılımıyla toplanan Dünya Ekonomik Forumu’nun hem kurucusu hem de yöneticilerinden biri. Ona göre yaşadığımız bu kapanma dönemi, bir tür sıfırlama. Schwab, çalışma arkadaşları ve destekçileri bunu Great Reset yani Büyük Sıfırlama olarak adlandırıyor. Bu destekçilerin arasında çok bildik isimler var. Ancak en tanınmışı, Büyük Sıfırlama’nın fikir babalarından biri de sayılan Kral Charles. Charles henüz Galler Prensi iken başlattığı bu desteği konuşmaları ve eylemleriyle hâlâ sürdürüyor.

Pandemi döneminin ardından yaşadıklarımızı bir tür sıfırlama olarak görmek mümkün. Eski hayatlarımız, sosyal ilişkilerden alışveriş alışkanlıklarına kadar birçok alanda gerçekten başkalaştı. Bu başkalaşımdan nasibini en çok çalışma hayatlarımız aldı. Peki bu sıfırlama gerçekten Klaus Schwab’ın sözcükleriyle “dünyamızı yeniden hayal etmek” için kullanabileceğimiz bir fırsat penceresi miydi? Eğer öyleyse biz o “dar ama nadir bulunan” pencereden geçince kendimizi nerede bulduk? Karşımıza çıkan manzara elbette çok iç açıcı değil. Kavramsal olarak baktığımız zaman sıfırlama dediğimiz şeyin herkes için eşit bir başlangıç, temiz bir sayfa olması gerekiyor. Gerçi ortada bir sayfa var. Ancak bu sayfa şimdilik kurallarını işverenlerin çoktan yazmaya başladığı boş bir senet görünümünde. Çalışanlar işlerini koruyabilmek için bu ne vaat ettiği belirsiz senedin altına imza atmak zorunda kaldıklarının farkında. Üstelik bu imzayı atarken onlarca yıl mücadele ederek kazandıkları hakların sıfırlanmasına da göz yumuyorlar. Büyük sıfırlama fikrinin savunucuları elbette o dar fırsat penceresinden atladıktan sonra karşılarına çıkan büyük resmi tam olarak böyle görmüyor. Onlara göre pandemi tüm kötü sonuçlarına rağmen taze bir başlangıç getirdi. Bu başlangıç da insanların gerektiğinde yaşam tarzlarında ve çalışma şekillerinde nasıl radikal değişiklikler yapabildiğini gösterdi. En önemlisi de dijitalleşme sürecini hızlandırdı. Bunun ardından kendi kavramlarını yaratan yeni bir dünya düzeninin doğması da kaçınılmazdı. Bu yeni düzenin gerçekleşmesini sağlayan en önemli etkenlerden biri de 2011 yılında başlamış sayılan ve adı ilk kez Alman Hükümetine sunulmak için hazırlanan bir projede geçen Endüstri 4.0 yani 4. Sanayi Devrimi. Bu sanayi devriminin temel amacı bilişim teknolojileri ve endüstriyi bir araya getirmek.

Kimilerine göre bu sıfırlamanın ardından Endüstri 4.0 dönemi kendi kurallarını yerleşik hale getirecek. Bu da elitlerin kitleleri kendi isteklerine göre yönlendirebildiği bir dünya düzeni kurmasına neden olacak. Kimileri de temel kavramları doğaya dost, dijital imkanları geniş ve daha adil bir dünya yaratmak olarak gösterilen yepyeni bir dünya düzeninin insanoğlunun hayatını iyiye doğru götüreceği inancında. Kim ne düşünürse düşünsün pandemi döneminde yaşanan değişikliklerin ekonomiye yansıması çarkların dönme şeklini çoktan değiştirmiş görünüyor. Yeni bir düzenin ayak sesleri hayatımızda kendini duyurmaya başladı bile.

Bu ses getiren adımlardan bir tanesi de aslında bir süredir hayatımızda olan ama pandemi süreciyle birlikte hızlanarak büyüyen gig ekonomisi. Genel olarak gig kısa süreli, geçici ya da dönemsel işlerden oluşan, serbest çalışanlarla belirli bir şey talep eden müşterileri bir araya getiren bir ekonomi modeli. Bu modelin taşıyıcısı ise akıllı telefonlarımıza ya da bilgisayarlarımıza ihtiyacımıza göre uygulamalarını yüklediğimiz dijital platformlar.

Gig ekonomisinin temelindeki mantık basit. Bir dijital platform müşteri ve çalışan arasındaki bağlantının kurulmasına aracılık ediyor. Elbette bundan belirli bir komisyon alıyor. Dünya genelinde yüzlerce dijital platform bugün işsizliğin çok ciddi bir sorun olduğu dünyada insanlara yeni iş imkanları bulma konusunda yardımcı oluyor. Paylaşım ekonomisi olarak da bilinen gig ekonomisi bu yüzden belirli çevrelerce sürekli yüceltiliyor. Öyle ya çalışmak isteyen tarafla işinin yapılmasını isteyen taraf arasında bir bağ kurmanın kötü olan bir yanı olmamalı. Evimizden çıkamadığımız zamanlarda market alışverişini bizim yerimize yapan, kahvemizi getiren, ilacımızı alan, temizliğimizi yapacak kişiyi bulan ve bunu sadece bir telefon aracılığıyla, çok da yormadan yapmamıza imkân tanıyan bu uygulamalarla dolu bir dünyanın nesi kötü olabilir. Ancak görünen o ki işler dijital platform patronlarının gösterdiği kadar toz pembe değil. Özellikle de konu çalışan kesimlerin kazanmak için çok uzun bir süre mücadele ettiği haklarının korunması ve işlerinin geleceğinin belirsizliği olduğunda konuşulacak çok mesele var.

İş, kadınlar ve erkekler için fırsat eşitliği, adil bir gelir, iş yerinde güvenlik ve sosyal koruma sağlamalı ve üretken bir iş olmalı. Bunlar da elbette çalışan ve işveren arasındaki sözleşmelerle sağlanan ve güvence altına alınan koşullar. Ancak yapılan çalışmalar dijital emek platformlarının görünenin aksine bu açıdan son derece sorunlu olduğunu gösteriyor.

İş herkes için eşit mi?

Uluslararası Çalışma Örgütü ILO gig ekonomisinin yapı taşları olan dijital platformları, onların çalışanlar ve onların hayatları üzerindeki etkilerini uzun zamandır inceliyor. 2017 yılının Ekim ayında bu bağlamda “İşin Geleceği” ismiyle bir inisiyatif oluşturuldu. Çalışma hayatında yaşanan bu değişimler ve bunun yarattığı sorunlara bulunabilecek çözümler üzerine çalışan bir inisiyatif bu. Buradaki ana kaygı işin geleceği. ILO’ya göre insana yakışan bir iş kadınlar ve erkekler için fırsat eşitliği, adil bir gelir, iş yerinde güvenlik ve sosyal koruma sağlamalı ve üretken bir iş olmalı. Bunlar da elbette çalışan ve işveren arasındaki sözleşmelerle sağlanan ve güvence altına alınan koşullar. Ancak yapılan çalışmalar dijital emek platformlarının görünenin aksine bu açıdan son derece sorunlu olduğunu gösteriyor.

Yine de gig ekonomisi giderek büyümeye devam ediyor. Bu büyüme hızıyla en azından 21. yüzyılın ilk yarısına damgasını vurarak yaşadığımız dünyayı ve onu algılayış biçimlerimizi tamamen değiştirecek gibi görünüyor. Çalışma koşullarının farklı kurallara göre düzenlendiği bir iş hayatını uzun süre yaşamış insanlar için bu geçiş biraz zorlayıcı olabilir. Ancak özellikle aidiyet duygusu kendisinden önceki kuşaklara göre oldukça zayıf olan genç kuşak tüm dezavantajlarına rağmen esnek çalışma koşullarının büyüsünden kopmaya niyetli değil.

Uzmanlar gig ekonomisinin mevcut büyüme hızına baktıklarında, önümüzdeki yıllarda dünyanın her yerinde serbest ve geçici işlerde çalışan insanların sayısının kalıcı işlere sahip olanları geçeceğini söylüyor. Bunun için öngörülerde bulunmak kolay ama net bir tablo çizmek güç. Ama her halükârda var olan durum geleceğin çok da parlak olmadığını gösteriyor. Peki bu değişen dünya nasıl bir yer olacak? İşte bunu hiçbirimiz tam olarak bilemiyoruz. Konunun uzmanları, ekonomistler, fütüristler sadece öngörülerde bulunabilir. Ancak nereden gelip nereye gittiğimizi ve gittiğimiz yerde bulabileceklerimizi her zaman olduğu gibi en iyi hikâye anlatıcıları aktaracak.

Hikâyenin, bir “geçici” kadın kahramanının 23 tane işi var. İşlerini etrafındaki herkes gibi o da bir ajans aracılığıyla buluyor. Kimi zaman Grand Central İstasyonu’nda ayakkabıları parlatıyor kimi zaman da gökdelenlerin camlarını siliyor. Bir dönem vitrin mankenlerinin yerine geçmişliği var. Özgeçmişi hayli kabarık: Korsanlık, okyanusta bir deniz hayvanı, bir yönetim kurulu başkanı, başkan ölünce onun küllerini boynundaki kolyeye koyup şehri gezen bir tür taşıma aracı, 7 yaşındaki bir çocuğun annesi gibi çeşitli işleri hep başarıyla gerçekleştirmiş.

Gig ekonomisi üzerine bir distopya

Bu durum, hikâye anlatıcıları yazdıkları romanlar, çektikleri filmlerle yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı bile. Hillary Leichter bu isimlerden biri. Yazarın gig ekonomisinin geleceğini kurguladığı ilk romanı Temporary, 2020 yılında basıldı ve geçtiğimiz yıl ülkemizde de “Geçici” adıyla raflarda yerini aldı. Gig ekonomisinin hayatlarımızda yarattığı ya da yaratacağı değişiklikleri hayal eden roman distopik bir gelecekte, adı bilinmeyen bir kahramanın bize son derece gerçekdışı görünen hayatını kendine özgü, ironik bir dille anlatıyor.

Romanın baş karakteri ismi bilinmeyen bir genç kadın. Bir “geçici” olan bu kadının tam 23 tane işi var. İşlerini etrafındaki herkes gibi o da bir ajans aracılığıyla buluyor. Ajansın patronu olan Farren her geçici işi bitirmesinin ardından onu yeni bir işe yönlendiriyor. Kahramanımız kimi zaman Grand Central İstasyonu’nda ayakkabıları parlatıyor kimi zaman da gökdelenlerin camlarını siliyor. Bir dönem vitrin mankenlerinin yerine geçmişliği var. Özgeçmişi hayli kabarık. Korsanlık, okyanusta bir deniz hayvanı, bir yönetim kurulu başkanı, başkan ölünce onun küllerini boynundaki kolyeye koyup şehri gezen bir tür taşıma aracı, 7 yaşındaki bir çocuğun annesi gibi çeşitli işleri hep başarıyla gerçekleştirmiş. Her aldığı işten de alnının akıyla çıkacak kadar becerikli. Bir zamanlar annesi, büyükannesi ve büyük büyükannesi gibi bir “geçici” olan kahramanımızın en büyük hayali günün birinde kalıcı bir işe sahip olabilmek. Başkasının yerini doldurmadan, tek bir şeye odaklanabildiği, hayatının geri kalanında yapacağını bildiği bir iş istiyor. İşsizliğin sözcük olarak bile kullanılmasının büyük bir korku yarattığı bir dünyada kalıcı bir iş bulabilmek kolay değil tabii ama imkânsız da değil.

Kahramanımızın hayatında karmaşa yaratan tek şey bu biri bitip diğeri başlayan geçici işler değil. Aşk hayatı da bu karışıklıktan nasibini alıyor. Çünkü herkesin birden fazla işinin olduğu bir dünyada birden fazla erkek arkadaş sahibi olmak normal. Kahramanın 18 erkek arkadaşının her biri kalıcı işlere sahip ama hiçbirinin ismi yok. Önceden aşçı olan gıda analisti erkek arkadaş, uzun boylu erkek arkadaş, halının üzerinden örümcekleri temizleyen erkek arkadaş, her yıl Paris’e giden hayta erkek arkadaş ve hatta ona mikrodalga fırında fincan kekleri yapan tutumlu erkek arkadaş ve geri kalan tüm erkek arkadaşlar birbirinden haberdar. Kız arkadaşları geçici bir başka işe atandığında onun evinde bir araya gelip vakit geçirmekten çok keyif alıyorlar. Hatta kendilerine onun yerine kolektif olarak bakacak bir başka geçici kız arkadaş da bulmuşlar.

Günümüz dünyasından baktığımızda ütopik diyebileceğimiz bu roman kapitalizmin bize dayattığı hayatı öyle ince dokunuşlar ve öyle farklı bir bakışla anlatıyor ki çıkar çıkmaz pek çok ülkede ilgi görüp farklı dillerde yayımlandı. Kitabı okurken bir kadının önce deniz canlısı sonra da korsan olabileceğini bir şekilde kabul ediyorsunuz. Üstüne üstlük bu kadar fantastik geçişleri olan romanı günümüz dünyasının bir yansıması olarak son derece gerçekçi de buluyorsunuz.s

Gig ekonomisinin orijinal miti

Leichter bu kitabı ilk olarak mezuniyet tezinin bir parçası olarak, kısa bir hikâye şeklinde kurgulamış. Hatta bu hikâye 2012 yılında bir dergide yayımlanmış. Sonrasında da hikâyenin kendisi için bittiğini düşünerek “Geçici” dosyasını tamamen arşivine kaldırmış. 2016 yılında eski yazdıklarını karıştırırken karşısına tekrar çıkmış bu kısa hikâye. Genç yazar hayatının, hikâyesini anlattığı kahramana ne kadar benzediğini fark ederek Geçici’yi roman haline getirmeye karar vermiş. Yaşadığı dönemin hızıyla kitabı bir yaz boyunca çalışarak bitirmiş.

Roman için eleştirmenler “gig ekonomisinin orijinal miti” tanımlamasını kullanıyor. Leichter’ın bu benzetmeye bir itirazı yok. Ancak kitabını böyle bir amaçla yazmadığını söylüyor yazar. Hikâyesini anlatırken tek amacı bu şekilde geçici işler yaparak yaşayan bir insanın yazdıklarını okuyup “Aynı benim hayatım” diyebilmesiymiş.

Leichter kitabının gördüğü ilgiye rağmen hâlâ geçici işler yapmaya devam ediyor. Ona göre gig ekonomisinin dezavantajları olduğu kadar avantajları da çok. Geride bıraktığı 10 yılda geçici işleri olmasa hem yaşamını sürdürüp hem de kitaplarını yazamayacağını söylüyor. Gig ekonomisinin yarattığı kısa dönemli işlerin insanı özgür kıldığını ancak aynı zamanda onların işgücü olarak katkı sağladıkları kuruma, yaptıkları işe duydukları bağlılığı ortadan kaldırdığına inanıyor. Bir yapının parçası olamama, var olan çalışmaya belirli dönemlerde neredeyse bir gözlemci gibi katılma, geçici işlerde çalışanların bir tür dışlanma yaşamalarına da neden oluyor. Hastalık izinleri yok, tatil günleri yok. Çalıştıkları kurum onlara yatırım yapmıyor. Karşılıklı verilmiş bir taahhüt yok. “İçinde aşk olmayan bir tür evlilik gig ekonomisi” diyor Leichter. Bu tip bir ilişkinin çalışan kişileri etraflarındaki insanlardan ve içinde yaşadığı dünyadan da kopardığı görüşünde. Her ne kadar kitabı bir tür gelecek öngörüsü olarak yazmasa da kapitalizmin yeni bir türünün hikâyesinde kendini ufak ufak gösterdiğinin farkında. Bu görüntüyü engellemek için de hikâyesini kâğıda elinden geldiği kadar uçuk ve sürreel dökmeye çalışmış. Anlattığı şeylerin gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu bu yolla anlatmak istemiş okura. Ancak kitaba verilen tepkiler okurların Leichter’ın anlattığı dünyanın çok da imkansız olmadığını düşündüğünü gösteriyor.

Yeni dünya düzeni ve gig ekonomisinin böyle giderse gelecekte yaratacağı çarpıklığı son derece ustaca anlatan Leichter acaba bu romanında bizim olası geleceğimizi bir yerinden yakalamış olabilir mi? Uçuk kaçık hikâyesinin büyülü gerçekçi diliyle yaptığı sert eleştiriler zamanı gelince karşılığını bulur mu? Bunların cevaplarını vermek için çok erken.

Nereden geldiğimizi biliyoruz elbette ama nereye gittiğimizi çok da bilemiyoruz. Hayallerimiz, tahminlerimiz ve öngörülerimiz var. Gelecek tahminlerinde de tarihçilerden çok hikâye anlatıcılarına güvenmek istiyoruz yine de. Star Trek dünyasının sevilen karakteri, bir 24. yüzyıl insanı olan Kaptan Jean Luc Picard dizinin bir bölümünde “24. yüzyılda para yok” demişti 21. yüzyıldan gelen bir insana. “Para kazanmak artık hayatımızın itici gücü değil. Biz kendimizi ve insanlığın geri kalanını daha iyi bir noktaya getirmek için çalışıyoruz.” Umarız onun öngörüsü Leichter’ın fantastik dünyasının önüne geçer.

Yeni edebiyatın ilk kitapları

Hillary Leichter’ın kitabı hikâyesini gig ekonomisi çevresinde kuran ilk kitap değil elbette sonunca da olmayacak. Geçtiğimiz yıllarda bu konuda araştırma, roman, hikâye formlarında pek çok çalışma yayımlandı. Bunlardan bir tanesi gazeteci Jessica Bruder’ın 2017 yılında yazdığı “Nomadland: Surviving America in The 21st Century” adlı roman tadındaki araştırma. Bruder kitabında yeterince ya da hiç para kazanamayan orta yaş üstü binlerce Amerikalı’nın karavanda yaşayıp sezonluk, geçici işler yaparak hayatlarını idame ettirmeye çalışmalarını anlatıyordu. Kitap 2021 yılında ülkemizde de “Göçebeler Diyarı: 21. Yüzyılda Amerika’da Hayatta Kalmak” adıyla yayımlandı. Bruder’in karavanıyla üç yıl boyunca yol yaparak yazdığı araştırma o kadar çok ilgi çekti ki yönetmen Chloé Zhao kitaptan esinlenerek bir senaryo yazdı ve bunu filme çekti. Nomadland, Frances McDormand’ın muhteşem oyunculuğunun yanı sıra hikâyesiyle de çok ilgi çekti. 2021 yılında düzenlenen bütün büyük film festivallerinin ana ödüllerini topladı.

Heike Geissler’in 2014 yılında Almanca yayımlanan ve 2018 yılında İngilizceye çevrilen kitabı “Seasonal Associate” de bu kitaplarda biri. Roman baş karakterin anılarını anlattığı bir tür günlük gibi kurgulanmış. Serbest yazarlık ve çevirmenlik yaparak geçinemeyen bu isimsiz kadın yılbaşı zamanı Amazon şirketinin deposunda geçici bir işte çalışmaya başlıyor. Geissler bu kitabı yazabilmek için 2010 yılında Amazon’da kısa dönemli bir sözleşmeyle çalışmış. Yani anlattıkları çok da hayali değil. Hikâyesinde kahramanının çalıştığı yerdeki hayatına odaklanmış. Bu yüzden Geissler’in hikâyesini geçici işçilerin gizli günlüğü olarak görmek mümkün.

 

Convenience Store Woman”, 2016’da Sayaka Murata tarafından yazılan bir roman. Bakışıyla Temporary’ye yoldaşlık ediyor bir anlamda. Hikâye Japonya’da geçiyor. Geçici olarak, uzun saatler açık kalan bir markette çalışan Japon bir kadının etrafındaki dünyadan kopuşunu anlatıyor.

Bu kitaplar giderek genişleyen bir literatürün ilk örnekleri. Çok da uzak olmayan bu gelecekte bu kitapların giderek arttığını ve 21. yüzyıl edebiyatının önemli bir parçasını oluşturduğunu görmek çok da hayal değil.

 

Geçici, var oluşa geçerken... [Kitaptan]

“Tanrılar İlk Geçici’yi biraz kafa dinleyebilsinler diye yarattılar. ‘Biraz boş zaman olsun’ dediler, ‘sen de bizi idare et, olmaz mı? İşte bütün şifrelerimiz ve kimliklerimiz. İşte anahtar kart ve bu da anahtar kartı cüzdanına tutturmak için bir zamazingo. Gördün mü? Ah, afedersin, işte bir cüzdan. Hadi, onu tıka basa doldur. Biraz daha fazla doldur. Evet, ağır olması gerekir. İşte sözleşmen, bu da fotokopi makinemiz ve her şeyle ilgili bütün bilinenlerin yer aldığı bir ortak klasör burada.’

“Geçici, işteki ilk gününü her şeyle ilgili bütün bilenenlerin yer aldığı ortak klasörü okuyarak geçirdi. Her bölüm, her dokümanla ilgili bilgi edindi. Kuşlar, arılar, mitokondriler. Klasörün o zamanlar bile, dünyanın büyük oranda upuzun boş yüzeylerden oluştuğu zaman bile fazla dolu olduğunu fark etti. Bomboş görünen şey aslında yaşama yönelik mikroskobik eğilimlerle çok kalabalıktı. Tamamlanması gereken sonsuz listelemeler vardı. Eğer dünya şimdiden bu kadar tıklım tıkışsa, İlk Geçici’ye yer olacak mıydı hiç? Yerleştirilme kelimesinin anlamı o zamanlar çok farklıydı. Bu bir iş ya da maaşlı işe başlamak değildi. Sadece her şeyin bir yeri olmasıydı, ait olunacak bir yer. İlk Geçici ağaçların ve kumlu sahillerin, fosillerin ve bitki üreme organlarının yerine atandı. Kendi yerleştirilmesini, bunun istikrarsızlığını merak etti.

‘Kalabilir miyim? Sürekli olarak?’ diye sordu ve tanrılar sadece gülüp öğle yemeğine çıktılar.

“Günün sonunda, tanrılar kendi tanrı evlerine gidince, İlk Geçici düşündü: Şimdi ne yapmalı? Ofisin sadece geceleri ortaya çıkan bir kokusu vardı. ‘Bu yenilik kokusu,’ diye açıkladı tanrılar. Ofiste çok fazla kokmayan bir köşe buldu ve bir süre orada oturdu. Aslında burası ofis değildi, çoğu insanın bugün gözünde canlandıracağı türden değildi. İş hissi yaratan bir madde ve atalet toplamıydı.

“Anahtar kartı aktive etti ve kartı kaydırıp varoluşa geçti.”

Paylaş

İÇİNDEKİLER

FASİKÜL 1: GİG EKONOMİSİ
Kompleks'in ilk fasikülünde gig ekonomisini derinlemesine inceliyoruz. Tarihsel süreçten kapsadığı iş kollarına; ekonomi-politiğinden işçi portelerine, güvencesiz çalışmanın yansıdığı güncel alanlara odaklanıyoruz.
BÖLÜM 1
GİG EKONOMİSİ 101
BÖLÜM 2
BUGÜNE YANSIMALARI
BÖLÜM 3
İNSANA YANSIMALARI
BÖLÜM 4
KÜLTÜRE YANSIMALARI
BÖLÜM 5
GELECEK

KOMPLEKS BÜLTENİNİ TAKİBE ALIN!​