BÖLÜM 4
KÜLTÜRE YANSIMALARI

Popüler müziği kim şekillendiriyor?

Popüler elektronik müzik kültürü bilinçli bir şekilde üzeri örtülmüş sınıfsal dinamiklerin yanında egemen kültüre içkin farklı ayrımcılıklarla da şekillenen bir kültür; özellikle toplumsal cinsiyet ve etnik köken/ırk, sınıf gibi gizliden gizliye değil, açık saçık dışlama araçları olarak seferber ediliyor. Bir yandan da giderek daha pahalı bir uğraş haline geldiği gerçeği de mevcut. Popüler elektronik müziği orta-üst sınıfların beğenisiyle şekillenen bir alan olmaktan çıkarmak, farklı kimlik ve sınıflardan müzisyenlerin bu alanda kendilerini güvende hissetmelerini sağlamak nasıl mümkün olacak? 

Rain Dogs (2023)

BBC One ve HBO ortak yapımı sekiz bölümlük Rain Dogs isimli dizininin ana kahramanı, yazar olmak isteyen, evsiz ve parasız Lisa Costello hikâyenin bir yerinde, kitabını yayımlatmak için anlaştığı yayınevinden “işçi sınıfını otantik bir şekilde temsil etmediği” için kovulur. Zira kendisine hayatı dar eden çevrimiçi zorbalarla yüzleşmiş, onlara karşı haysiyetini savunmuştur. Costello’nun bu güçlü duruşu yayınevinin yayın politikasıyla ve izleyicisinin işçi sınıfına dair sahip olduğu genel izlenimle çelişmektedir; işçi sınıfının her daim başı eğik, üzgün ve yılgın olması, insanların –zorbalıkla da olsa– kendisiyle ilgilenmeye başlamasından minnet duyması gerekmiyor mudur? Costello’nun kendisiyle ilgili bu klişeyi üstlenmeyi reddettiğinde otantik olmamakla suçlanması, ancak diğer sınıflar için sabit bir izlence olarak kalmayı kabul ederek varlığıyla ilgili klişeleri olumladığı sürece yaratıcı sektörler tarafından değerli görüleceğinin de itirafıdır. 

Rain Dogs elbette bir kurmaca, ancak anlatılan bazılarının gerçek hikâyesi. Doğrusu, yapılan araştırmalar işçi sınıfından insanların yaratıcı sektörlerde çoğu zaman anlaşma imzalayacak mertebeye kadar bile ilerlemediğini gösteriyor. Örneğin Edinburgh, Manchester ve Sheffield üniversitelerinin ortak çalışması olarak geçtiğimiz Ağustos ayında akademik bir dergide yayımlanan bir araştırma, İngiltere’deki işçi sınıfının sanat dünyasına katılımının belirgin bir şekilde –1970’lerden bu yana yarıdan fazla, yani yüzde 16,4’ten yüzde 7,9’a– düştüğünü gösteriyordu. 

Bu sonuç çoğu insana fazlasıyla “bariz” gelebilir, ancak insanların önemli bir bölümü yaratıcı işlerde başarılı olmak için kişinin hangi sınıfa mensup olmasından çok yetenek ve çok çalışmanın yeterli olduğunu düşündüğü için böyle bir istatiksel çalışma, sezilen ancak ideolojik bir önyargıyla kabul edilmeyen bir gerçeği açık etmesi adına önem arz ediyor. Özellikle işçi sınıfından gelen çok sayıda sanatçının (The Beatles, Manic Street Preachers ve Oasis, oyuncular Michael Caine ve Gary Oldman gibi isimler hep işçi sınıfı ailelerinden geliyor) endüstride yer bulabildiği düşünülen İngiltere gibi bir ülkede bu sonuç, alt sınıflar için karanlık bir tabloya işaret ediyor.

Bu tablo özellikle müzik söz konusu olduğunda daha da karanlıklaşıyor. Birkaç yıl önce, şimdi kapanmış olan, The Word isimli aylık müzik dergisinin yaptığı bir ankette de popüler müzikte “zenginliğin yeniden dirilişine” ilişkin istatistiksel veriler paylaşılmıştı. Ankete göre “pop ve rock sanatçıları arasında özel okul mezunu olanların oranı 20 yıl önce sadece yüzde 1 iken, şimdi en az yüzde 60’a çıktığı” gerçeği özellikle dikkat çekiciydi. Derginin editörü Mark Ellentrump anketin ortaya koyduklarını: “Zenginler eskiden popüler sanatlarla ilgilenmezdi. Geçtiğimiz 10 yıl içinde ise iyi aile çocukları, popüler kültür topraklarını da işgal etmenin eğlenceli olacağına karar vermiş görünüyor” şeklinde yorumlamıştı. 

Müzik üretmek ekonomik engellere takılıyor

“Batı’da hip-hop üretenler ağırlıklı olarak göçmen veya yoksul ailelerin çocukları iken burada bu müziklerin görünürlüğü yine belirli kültürel ve ekonomik kapitallere sahip olanlar tarafından üstleniliyor. Elektronik müzik ve hip-hop’un sokak veya “varoş” tezahürleri yine bu eğitimli kitle tarafından küçümseniyor. Velhasıl işçi sınıfı için elektronik müzik üretmek önce maddi, sonra ahlaki ve kültürel engellere takılıyor.”

İngiliz NME dergisinin editörlerinden James McMahon’un popüler müzikte orta sınıf egemenliğine işaret ederken zengin arkaplandan gelen müzisyenlerin önyargılarla uğraşmak zorunda olmadığına atıfta bulunuyor: “Orta sınıftan bir grup hiçbir şey olmak zorunda değil. Onlar için cam tavan diye bir şey yok. İşçi sınıfından gruplar ise kendileri için hazırlanan kutuya sığmak zorunda.” Alt sınıftan müzisyenler kendilerine ayrılan bu kutudan taştıklarında, Rain Dogs’ta Costello’nun başına geldiği gibi, dışlanmaları an meselesi oluyor. Kültür sanat yazarı Jon Savage, müzik endüstrisinde başarılı olmanın belirli klişeleri olumlamaktan geçmesinin en iyi örneklerinden biri olarak Oasis’i veriyor. Oasis’in hiç kitap okumadıklarını söylemeleri, sık sık kavga etmeleri, ona buna çatmaları (zengin çocukları Blur’le olan kavgalarını hatırlayın) ve bozuk ağızları düşünüldüğünde, üst sınıfların işçi sınıfı ile ilgili kurduğu “otantiklik” fantazisini 30 küsur yıllık kariyerleri boyunca olumladıkları için kabul gördüğü pekâlâ makul görünüyor.

Yakın zamanda Türkiye’ye özel böyle bir araştırma yapılmamış olsa da (en azından ben rastlamadım) durumun burada da aşağı yukarı benzer hatta söz konusu son zamanlarda giderek popülerleşen bir tür olan elektronik müzik olduğunda, daha beter olduğu varsayılabilir. Popüler müzik zamanında çoğu insan için sınıf atlamanın bir yolu olagelmişken, müzik türleri “nişleştikçe” üretenlerin çoğunun üst sınıf mensuplarından oluştuğunu gözlemlemek mümkün. Ancak bir müzik türünün niş olarak kategorizasyonu coğrafyasına göre farklılık gösterebiliyor, örneğin elektronik dans müziği aslen İngiltere çıkışı itibariyle işçi sınıfı kökenliyken, Türkiye’deki zuhur edişini daha yüksek sınıftan gruplarda gözlemliyoruz. Kolej mezunu, beyaz yaka, reklamcılık gibi işlerle uğraşanlar ve/ya halihazırda sermaye sahibi ailelerin çocukları bu alanın kurallarını belirliyor. 

Batı’da hip-hop üretenler ağırlıklı olarak göçmen veya yoksul ailelerin çocukları iken burada bu müziklerin görünürlüğü yine belirli kültürel ve ekonomik kapitallere sahip olanlar tarafından üstleniliyor. Elektronik müzik ve hip-hop’un sokak veya “varoş” tezahürleri yine bu eğitimli kitle tarafından küçümseniyor. Velhasıl işçi sınıfı için elektronik müzik üretmek önce maddi, sonra ahlaki ve kültürel engellere takılıyor. Bu durumu ülkedeki elektronik müzik tarihine, gece hayatına odaklanan yazı ve belgesellerin içeriklerinden çıkarsamak da mümkün. “İstanbul’un günümüz gece hayatı kültürünü belirleyen 1990’lı yıllardan bugüne, kuşaklar arası dönüşen gece ve eğlence hayatı kültürünü konuşan bir proje” olduğunu belirten İstanbul Nightlife Project isimli video/belgesel serisinde örneğin, konukları ve konu ettiği mekanlar itibariyle orta üst sınıfların belirlediği bir elektronik müzik haritası çıkarıyor. Bu gibi doneler, hem makbul görülen elektronik müzik tipinin sadece belirli bir sınıfın yaptığını varsayarken, şehrin kenarlarında uyuşturucu ve gerçekten DIY (kendin yap) ile yapılan partileri ve mekanları görmezden gelerek işçi sınıfına bu kültürün de kapalı olduğunun ispatı oluyor. 

Buna rağmen müzik, genel olarak sanattan daha da yoğun şekilde, sınıflar üstü, farklı insanları tek bir çatı altında birleştirebilen, aşkın bir unsur olarak ele alınıyor ve öyle de algılanıyor. Akademisyen William Echard popüler elektronik müzik (EPM) olarak grupladığı müzik türlerinde ekonomik sermayenin hemen hemen hiçbir zaman doğrudan vurgulanmadığına dikkat çekiyor. Ona göre bu tür müziğin ekonomik sermayeyle ilişkisi başta teknoloji ile olan yakın temasında olmak üzere örtük biçimlerde kendini gösterir. Bu da bu kültür içinde öncelikli olarak başta sosyal ve kültürel olmak üzere diğer sermaye biçimlerinin vurgulandığı anlamına gelir. Böylece aslında ayrıcalıklı olan bir konumdan sınıfın önemi örtük olarak reddedilmiş olur. Kimlik ve özgürlükler gibi konular vasıtasıyla güç ve ayrıcalıklar arasındaki yapısal asimetrilerle ilgileniyor görünürken sınıf faktörü dışarıda bırakılır. Echard bu kültüre içkin sınıf faktörünün örtük inkârı stratejisini orta sınıfın kendisini gerçek bir sınıf olarak görmemesiyle imlenen sınıfsal kaçınmayla bağdaştırır. 

Echard bu inkâr stratejisinin en çok elektronik dans müziğinde dikkat çektiğine işaret eder. House ve techno gibi dans müziği kültürlerinin siyah eşcinseller arasında filizlendiği düşünülürse, bu kültürlerin farklı derecelerde, idealist ve ütopik olarak eşitlikçi sosyal örgütlenme biçimleri olarak ortaya çıktıklarını hatırlamak gerekir. Bu marjinalleştirilmiş gruplar için gerçek hayatta gördükleri ekonomik ve sosyal şiddet ve dışlanmanın olmadığı bir sığınak olarak işlev gören house/techno kültüründe hâkim sınıf inkârı bu ütopik idealler üzerinden açıklanabilir. Ancak bu müzik ve kültürlerin daha sonra Beyaz Avrupalılar tarafından temellük edilmesi ile birlikte, marjinal gruplar için bir dayanışma stratejisi olan sınıfsızlığın bu ütopik ideali, egemen ellerde belirli ezme/ezilme ilişkilerini gizleyen, bireysel güçlenmeye odaklanan bir strateji olarak tezahür eder. Sınıfın önemi açıkça reddedilirken, entelektüel yatkınlık/yetenek ve teknolojik beceri gibi sosyal sermaye türlerine yapılan vurgularla örtük bir şekilde sınıfsal farklar pekiştirilerek belirli sınıfların alana girmesi engellenir. Echard bu şekilde sınıfa olan bağımlılığın değiştirilmiş ya da en azından gizlenmiş bir biçimde sürdürüldüğünü öne sürüyor.

Maddi olanaklar belli

Müzik yapabileceğin alan az, teknolojik olanaklar zaten çok kısıtlı, dolayısıyla DJ’liği bir meslek olarak belirleyip sadece bu işle yaşamak İstanbul’da olmadığı gibi Diyarbakır’da da mümkün değil. İnsanlar mümkün olmasının koşullarını yaratmaya çalışsa da bölgenin kendi iç, maddi koşulları belirleyici oluyor. Dinleyici cephesinden de baktığında durum zor. Bugün herhangi bir sıradan kulüpte bir bira 100/150 lira, giriş 150 lira, eve dönmek için taksiye binmek gerek, şu bu derken, gece dışarı çıktığında minimum 500 lira harcamak zorundasın.

Deepinoza

Deepinoza ismiyle daha önce İstanbul’da Queerwaves isimli kuir DJ kolektifinin parçası olan ve son iki senedir Diyarbakır’da yaşayan Salih Karabulut ancak halihazırda ekonomik açıdan rahat kişilerin elektronik müzik sahnesinde görünür olabildiğinin altını çiziyor: “Bugün Türkiye’de DJ olarak para kazanan kişiler ya çok uzun yıllardır piyasa içerisinde olan insanlar yani piyasanın bütün ilişkilerine egemen olan, bütün alanlarda yer bulabilen insanlar ya da işte Mahmut Orhan gibi çok anaakım müzik yapan insanlar. DJ’lik yaparak bu insanlar için belki maddi olanaklar açısından mümkün olsa bile, sigorta yok, düzenli bir maaş yok. Bu anlamda Türkiye’de bu müziği yaparak geçinmek mümkün değil.” 

Perma

Hip-hop sanatçısı Perma, kendi hikâyesini anlatırken müzik yapabilmek için önce ekonomik bağımsızlığını kazanmak zorunda kaldığından bahsediyor: “13-14 yaşında okula devam ederken müzik yaparak kendimi bir şekilde ifade ediyordum. Annemden babamdan aldığım yemek harçlığını ya da ne bileyim yol parasını harcamayarak bir stüdyoya gidip müzik yapıyordum. Sonra üniversiteyi kazandım, öğrenci olarak bir süre daha müzik yapmaya devam ettim, fakat bu müziği yapmak için benim belli miktarda bir bütçeye ihtiyacım vardı, çünkü etrafımda beni olanak anlamında, stüdyo, müzik altyapısı üretilmesi anlamında destekleyebilecek insanlar yoktu. O yüzden zamanla müzikten uzaklaşmak durumunda kaldım, üniversiteyi bitirdiğimde artık çalışma hayatına atılmam gerekiyordu ve açıkçası bu konuda da çok yol gösteren bir insan olmadığı için ben de cangıl denilebilecek, hayallerime uygun olmayan bir dünyanın içine girmiş oldum. Sonra müzikten uzaklaşmak durumunda kaldım. Tam pandemi zamanı tekrar bir bütçe ayırarak müzik yapmaya başladım. Ben uzun yıllar beyaz yakalı bir hayata girmemek için direndim ama eninde sonunda girmiş oldum. Şu anda bir bankada çalışıyorum ve bankada çalışarak hayatımı idame ettiriyorum. Yaklaşık 5 seneyi aşkındır bankacı olarak çalışıyorum.”

Bir yandan da elektronik müzik kültürünün giderek daha pahalı bir uğraş haline geldiği gerçeği de mevcut. İstanbul’da gece kulüplerine ve/ya canlı müzik mekanlarına girişler 200 TL’den başlıyor. Salih, Diyarbakır’da da durumun benzer olduğunu aktarıyor: “Burada da DJ’lik yaparak yaşamak çok mümkün değil. Müzik yapabileceğin alan az, teknolojik olanaklar zaten çok kısıtlı, dolayısıyla DJ’liği bir meslek olarak belirleyip sadece bu işle yaşamak İstanbul’da olmadığı gibi Diyarbakır’da da mümkün değil. İnsanlar mümkün olmasının koşullarını yaratmaya çalışsa da bölgenin kendi iç, maddi koşulları belirleyici oluyor. Dinleyici cephesinden de baktığında durum zor. Bugün herhangi bir sıradan kulüpte bir bira 100/150 lira, giriş 150 lira, eve dönmek için taksiye binmek gerek, şu bu derken, gece dışarı çıktığında minimum 500 lira harcamak zorundasın. Hepimizin maddi olanakları belli, bir ayda kaç kaç kere bunu yapabiliriz? Elektronik müzik sınıfsal ve maalesef maddi olanakların çok belirleyici olduğu bir alan ve çok orta sınıf bir görüntüsü var. Ayrıca DJ’lerin de belli prototipleri var; örneğin belli marka tişörtler giyen, dövmeli, biri olmalı gibi. Bütün etkinlik afişlerinde aynı formdan bahsedilir, böyle bir öğrenilmişlik var. Bu durum da zaten farklı bir yapının içinden gelenleri dışlıyor.”

Perma da bu fikre katılıyor: “Mesela bir enstrümanı çok iyi çalabilmek için çok ciddi bir şekilde o enstrümana vakit ayırmanız gerekiyor veya nota bilginizin olması gerekiyor. Hadi notayı geçelim, yeni sesler elde edebilmek için internete erişiminin rahat olması gerekiyor. İnternetten ücretli ses paketi satın almak gerekiyor, iyi bir ses sisteminin, iyi bir kulaklığının, iyi bir bilgisayarının olması gerekiyor. Her şey sonunda maddiyata bağlanıyor. Eğer aileden zengin değilseniz veya yaptığınız müzik desteklenmiyorsa zaten direkt geriden başlıyorsunuz.”

Popüler elektronik müzik kültürü Echard’ın dediği gibi bilinçli bir şekilde üzeri örtülmüş sınıfsal dinamiklerin yanında egemen kültüre içkin farklı ayrımcılıklarla da şekillenen bir kültür; özellikle toplumsal cinsiyet ve etnik köken/ırk, sınıf gibi gizliden gizliye değil, açık saçık dışlama araçları olarak seferber ediliyor. Geçtiğimiz kış Şahika Beyoğlu isimli gece kulübünde çalması beklenen DJ Bobby Beethoven, siyah olması dolayısıyla mekân korumaları ve işletmecileri tarafından nasıl ırk temelli ayrımcılığa uğradığını paylaşmıştı. Kürt bir DJ olarak Salih de benzer bir deneyimi paylaşıyor: “Bu piyasada sınıf yanında etnik ve cinsel kimlikler de belirleyici. Müzisyenin Kürt, kadın veya LGBTİ+ olması konumlandırıldığı yeri çok belirliyor. Örneğin kadın DJ’lere ‘teknolojiden anlamaz’ şeklinde yaklaşmak, kadın DJ’lerin çaldığı müziği küçümsemek, onları gecede headliner olarak değil de hep warm up olarak çaldırmak çok yaygın. LGBTİ+ DJ’ler için de böyle ve bunlar çok sık karşılaşılan durumlar. Batılı/Doğulu olma meselesi de önemli. Ben uzun süre çalmaya gittiğim yerlerde ‘Doğulu’ görüntüm yüzünden korumalar tarafından içeri alınmadım, bir sürü soru soruldu ve içeri ancak ‘ben çalmaya geldim’ deyince girebildim. Çaldığım ancak standart bir DJ görüntüsü vermediğim, örneğin Instagram’ı o şekilde kullanmadığım için ‘sen mi çalacaksın?’, ‘biraz önceki müziği sen mi çaldın?’ gibi, sanki fiziksel özelliklerin, cinsel kimliğin, sosyoekonomik durumun ve etnik kökenin nedeniyle o müziği çalman mümkün değilmiş, o müzikle ilgilenemezmişsin gibi bir anlayış var. Arkamdan çok dalga geçildiğini, bir şeyler söylendiğini de duydum. Bunlar insanın motivasyonunu da etkiliyor. Benim için bunlar hiçbir zaman yıkıcı değil, her zaman güçlendirici oldu ama böyle bir gerçeklik var ve bunu konuşmak ve açmak gerekiyor.”

Anahtar dayanışmada

Alanlarımız giderek daralıyor, onları genişletmek gerekiyor. Bunun için de dayanışmamız ve birbirimize sahip çıkmamız gerekiyor ama maalesef bu sahip çıkma refleksi bence Türkiye’de çok çok zayıf. Bunu illa ideolojik aygıtlar üzerinden yapmaya da gerek yok, basit bir müzisyen dayanışmasından bahsediyorum ama bu bile çok zor. Şu anda kimse birbirinin yarasına merhem olmak, birbirine destek olmak istemiyor.

Peki ne yapılabilir? Popüler elektronik müziği orta-üst sınıfların beğenisiyle şekillenen bir alan olmaktan çıkarmak, farklı kimlik ve sınıflardan müzisyenlerin bu alanda kendilerini güvende hissetmelerini sağlamak nasıl mümkün olacak? Perma, dayanışmanın önemine ve gerekliliğine vurgu yapıyor: “Alanlarımız giderek daralıyor, onları genişletmek gerekiyor. Bunun için de dayanışmamız ve birbirimize sahip çıkmamız gerekiyor ama maalesef bu sahip çıkma refleksi bence Türkiye’de çok çok zayıf. Bunu illa ideolojik aygıtlar üzerinden yapmaya da gerek yok, basit bir müzisyen dayanışmasından bahsediyorum ama bu bile çok zor. Şu anda kimse birbirinin yarasına merhem olmak, birbirine destek olmak istemiyor. Amasız fakatsız dayanışmak gerekiyor, aynı olanların aynı yerde toplanıp birbirinin sesini daha gür şekilde çıkarması gerekiyor. Örgütlenmek, kendi alanımızı oluşturmak, kendi alanımızı kendimizin açması gerekiyor ama herkes kendi sokağının adamıyla takılıyor. Kimse o sokakları büyütüp bir mahalle haline getirmek istemiyor veya buna gücü de yok. Bilmiyorum, kimseyi de bu konuda suçlamak istemiyorum. Ama bu bir kısır döngü ve açıkçası ben dayanışmaktan başka bir yolumuz olduğunu düşünmüyorum.” 

Salih ise arkadaş çevresinde gayriresmi olarak başladığı paylaşım ve bilgi aktarımı girişimini bir hibe programının desteğiyle daha geniş çapta hayata geçirebilmiş. Amed Underground ismini taşıyan proje, Diyarbakır ve çevresinde yaşayan LGBTİ+ ve kadın katılımcılara yönelik profesyonel bir DJ eğitim programı. 2023’ün Ocak ve Temmuz ayları arasında eğitim için saatlik olarak kiralanmış bir mekânda, profesyonel cihazlar ve materyallerle gerçekleştirilen eğitim sonucunda programdan toplam 13 DJ mezun edilmiş: “Diyarbakır’a taşındığımda birkaç arkadaşıma DJ’likle ilgili bildiklerimi aktarmaya ve onlarla birlikte çalmaya başlamıştım. Sonra bir arkadaşım vasıtasıyla bunu projelendirerek fon için bir kuruma başvurdum. Amed Underground ismindeki bu proje bir süre sonra bir oluşuma da dönüştü. Yaptığımız etkinlikleri düzenli olarak duyurduğumuz ve bu kültürle ilgilenen insanların bir araya geldiği bir oluşuma dönüştü. Kadın ve LGBTİ+ kimlikli toplam 13 kişiye DJ’lik eğitimi verdik ve 3 dönemde toplamda 13 kişiyi mezun ederek projeyi başarıyla sonuçlandırdık. Açıkçası şehirde bir elektronik müzik kültürü yarattık diyemem ama en azından elektronik müzik kültürüyle ilgilenen insanların bir araya geldiği, yapısal bir fırsat eşitsizliği nedeniyle burada ulaşamadıkları eğitimlere ulaşabildikleri bir yapıya dönüştüğünü söyleyebilirim.”

KOMPLEKS BÜLTENİNİ TAKİBE ALIN!​