BÖLÜM 3
İNSANA YANSIMALARI

Motorlu Kurye İşçileri Derneği

“Esnaf kurye modeli kapitalizmin son sürümü”

BÖLÜM 3
İNSANA YANSIMALARI

Motorlu Kurye İşçileri Derneği

“Esnaf kurye modeli kapitalizmin son sürümü”

Motorlu Kurye İşçileri Derneği (MİD) Ağustos 2023’te kuruluşunu ilan etti. Dernek, Turizm Eğlence ve Hizmet İşçileri Sendikası’nın (TEHİS) üç yıldır yürüttüğü mücadelenin, çalışmaların da bir ürünü. Derneğin kuruluşunu, kurye işçilerinin sorunlarını ve çözüm önerilerini; esnaf kurye modelini, “platform” tabanlı işler ile proletarya/prekarya tartışmalarını dernek üyeleri anlatıyor. MİD’in Bağcılar’daki dernek binasında ziyaret ettiğimiz Yasin Kölge, Başak Kocadost, Tolga Kubilay Çelik ve İbrahim Kaplan’ı dinliyoruz.

Dernekleşme süreciniz nasıl oldu?

Yasin Kölge: İlk süreç bundan iki yıl önce Turizm, Eğlence ve Hizmet İşçileri Sendikası’yla (TEHİS) tanışmamızla başladı. Ben Vigo’da hâlâ aktif olarak çalışan bir kuryeyim. İki yıl önce Vigo’da bir haksızlığa uğradık. Bölgeler arası fiyat ayrımcılığı vardı. Ben ve bölgede çalışan diğer kurye arkadaşlarım buna karşı bir eylem yaptık. Bu eylemde diğer derneklerden, kuruluşlardan, sendikalardan destek istedim. Hiçbirinden geridönüş alamadım. TEHİS’e ulaşmamıştım, bir destek de istememiştim. Ama gelip hiçbir karşılık beklemeden bize el uzattılar. Bir kazanım elde edemedik, ama vicdanen rahatız, çünkü mücadelemizi verdik. Sonraki süreçte çay bahçelerinde oturduk, sohbetler ettik. Ben de Kubilay’a “biz kuryeler olarak TEHİS’e üye olmak istiyoruz” dedim. O da esnaf kurye olduğumuz için sendikaya üye olamayacağımızı söyledi. Esnaf kuryelik her yerden kilitlenmiş. Bunun bir çözümü olup olmadığını sordum. Kubilay bize dernek kurmamızı tavsiye etti. “Dernek kurarsanız kuryeleri derneğe üye yapabilir, bu sayede birlik halinde olabilirsiniz” dedi.

Tolga Kubilay Çelik: Yemeksepeti olsun, Trendyol olsun, kurye direnişlerinin hepsi kendiliğinden, işçilerin ekonomik ve sosyal hakları için yaptığı direnişlerdi. Vigo’da da üç direniş oldu. Birini işçiler kendileri örgütledi, az önce Yasin’in bahsettiği ilk direniş bu. Diğer ikisindeyse TEHİS’le beraber hareket etti işçiler. Bu direnişlerden kalan bakiyeyi, birikimin kendisini doldur boşalta getirmemek için bu derneği oluşturduk aslında.

Az önce esnaf kuryeliğin sendikalı olmanın önünde bir engel teşkil ettiğini söylediniz. Neden, hatırlatır mısınız?

Çelik: Türkiye’de sendika üyesi olabilmek için sigortalı çalışan olarak gözükmeniz gerekiyor. Esnaf kuryeler kendi hesabına çalışan olarak görünüyor. Bu nedenle yasal olarak sendikaya üye olamıyorlar. Ama yasal olarak üyemiz olamasalar da “üyemizler” aslında. Yasal durumu takmıyoruz açıkçası. Bu, devletin bize dayattığı bir şey. Sonuç olarak bu arkadaşlarımız işçi. Daha fazla örgütlülüğe ihtiyaçları var. Zaten o yapısal durumu oluşturmak adına sendikaya üye olamasalar bile, burada kalıcı ilişkiler kurabilmek, formel bağları gerçekleştirebilmek için de derneği açtık.

Başak Kocadost: İşçilerin buluştuğu, konuştuğu, dayanıştığı, şartlarını nasıl iyileştirebilirler diye tartıştığı, yani birlikte örgütlenebilecekleri bir araç bu dernek. Önemli olan burada birlik olmak. Dernek bu işlevi görüyor.

İşçilerin buluştuğu, konuştuğu, dayanıştığı, şartlarını nasıl iyileştirebilirler diye tartıştığı yani birlikte örgütlenebilecekleri bir araç bu dernek. Önemli olan burada birlik olmak. Dernek bu işlevi görüyor.

İbrahim Kaplan, Tolga Kubilay Çelik, Başak Kocadost (soldaki üçlü) ve Yasin Kölge (en sağda)

Derneğin tam adı “Motorlu Kurye İşçileri Derneği” (MİD). Bisikletli kuryelerde de artış görüyoruz İstanbul’da. Onlar da derneğe dâhil olabiliyor mu, yoksa sadece motorlu kuryelerin katılabileceği bir dernek mi MİD?

Çelik: Bisikletli kuryelik merkezi ilçelerde, Beşiktaş ve Kadıköy gibi yerlerde söz konusu şimdilik. Hatta Yemeksepeti vites arttırdı, yaya kuryeye kadar götürüyor işi. Bunu bir havuz gibi düşünün. Özellikle öğrencilerin, daha düşük ücretlerle çalışabilecek insanların olduğu bir havuz oluşturmaya çalışıyorlar. Bisikletli kuryelik de bu havuzda. Elbette bisikletli kuryeler de gelip üyemiz olabilirler. Hiçbir engel yok bunun önünde.

Söyleşi esnasında kuryelerin sık sık derneğe girip çıktığını gördük. Kimi paket arasında soluklanmak için geliyor kimi bir çay içmeye uğruyor. Ağustos ayındaki açılışınızdan bu yana dernekteki trafik nasıl? Ne gibi sohbetler dönüyor aranızda?

Kölge: Kuryeler genelde 12 saat çalıştığı için burası daha çok akşamları kalabalık oluyor. Çoğunun mesaisi saat 10’da bitiyor. Akşam işten çıkan kuryeler geliyor, oturuyor, bir çayını içiyor, ne yaşadıklarını anlatıyorlar birbirlerine. “Ben bugün bunu yaşadım, sen ne yaptın?” diyor biri, öbürü “kaç paket attın, hangi AVM’ye giremedin?” diye soruyor. Bunun gibi muhabbetler dönüyor.

Çelik: Motorlu kuryeliğin gündelik koşturmacası içerisindeki bütün sorunların konuşulduğu bir alan burası. AVM’lerdeki engeller, motor arızaları vs. Yasin arkadaşımız motor arızalarından anlıyor örneğin. Bu da bir iç dayanışma oluşturuyor. Diyelim ki motorun ufak bir arızası var, buraya geliyor kurye arkadaş, Yasin bakıyor hızla. Diyelim motor yolda mı kaldı, burada kim varsa hemen halatı alıyor, gidip o arkadaşın motorunu çekip getiriyor buraya. Defalarca yaşandı bu. Yani aynı zamanda gündelik yaşamın içindeki sorunlara çözüm üretmenin de mekânı burası.

Derneğin yeri Bağcılar’da. Neden burası?

Kölge: Şöyle bir gerçek var, Beyoğlu tarafında çalışan kuryelere daha çok ücret verilir. Nedeni ise şirketlerin orada çalışacak kurye bulmakta zorlanmaları. Ama oraya giden kurye de Fatih’ten ya da buradan gidiyor. Biz bazen esprisini de yaparız, “Bağcılar’ın yarısı sipariş veriyor, diğer yarısı paket atıyor” diye. Ekonomik olarak gelir seviyesi düşük Bağcılar’da. Bu yüzden kuryeliğe yönelim de fazla. Biz de bu gerçeklikten hareketle derneği burada açtık.

Mahalleliyle ilişkiniz nasıl?

Çelik: Biz zaten bu mahallelerin çocuklarıyız. Kendi gündelik yaşamımızda annemiz, babamız, eşimiz, kardeşimiz veya komşumuzla kurduğumuz ilişki neyse burada kurduğumuz ilişki de o. Geçenlerde bir amca bizden yardım istedi, gittik yardım ettik, koltuğunu indirdik. Biz kimseyi rahatsız etmiyoruz, kimse de bize karışmıyor.

Türkiye’de platform işini yapanlar göçmen ağırlıklı olmasalar da yine devletin ve şirketlerin hiçbir sorumluluk almak zorunda kalmadığı bir kesimi oluşturuyor. Belli bir ücret garantileri, sosyal hakları yok. Sermayenin göçmen ya da kadın işçileri daha düşük ücretle çalıştırması gibi, platform şirketleri de daha alt sınıf bölgelerde daha düşük ücret politikası uyguluyor. Yani işçilerin hâlihazırdaki dezavantajlı konumlarını kullanıyorlar.

Vigo direnişinin ilçe bazlı ücretlendirmeden çıktığını söylediniz. Bölgeler arası fiyat ayrımcılığı nasıl ve niçin oluyor?

Kocadost: Dünyada platformlar üzerinden yapılan kuryelik işi, genel olarak göçmenlerin yaptığı bir iş. Avrupa ve ABD’de böyle. Çin, Hindistan ya da Güneydoğu Asya ülkelerindeyse yine kırsal kesimlerden gelen göçmenlerin yaptığı bir iş. Güney Amerika’da da kıta içerisinden göçmenler ya da siyahlar yapıyor çoğunlukla. Yani kuryelik de dâhil lokasyon bazlı platform işlerini dünya genelinde büyük oranda göçmenlerin yaptığını söyleyebiliriz. Bu işte belirli bir maaş, ücret garantisi yok. Ödemeler parça başı, yani teslim edilen paket sayısına göre yapılıyor ve çoğu şirket parça başı ücretleri “dinamik ücretlendirme” diyerek yere ve zamana göre değiştiriyor. Ücretlerin kişiselleştirildiği, ücretin salt işçinin bireysel performansına bağlıymış gibi göründüğü bir tablo. Ne devletler ne de şirketler sosyal güvenlik, sağlık hizmetleri sunuyor. Yani kendi hesabına çalışma adı altında kendi kaderlerine bırakılmış durumdalar. Türkiye’de ise platform işini yapanlar göçmen ağırlıklı olmasalar da yine devletin ve şirketlerin hiçbir sorumluluk almak zorunda kalmadığı bir kesimi oluşturuyor. Belli bir ücret garantileri, sosyal hakları yok. Sermayenin göçmen ya da kadın işçileri daha düşük ücretle çalıştırması gibi, platform şirketleri de daha alt sınıf bölgelerde daha düşük ücret politikası uyguluyor. Yani işçilerin hâlihazırdaki dezavantajlı konumlarını kullanıyorlar. Bir ücret garantisinin olmadığı, parça başı çalışılan, tüm haklarından soyulmuş çıplak işçilik olan platform işi, örgütlü emeğin sermaye karşısında giderek gücünün azaldığı bir ortamda, işçinin tabiiyetine yaslanarak o tabiiyeti daha da arttırıyor.

Daha çok genç ve bekâr erkeklerin yaptığı düşünülse de 40’lı, 50’li yaşlarda bu işi yapan çok sayıda işçi var. Yine çok sayıda evli, çocuklu işçiler var; burada, dernekteki arkadaşlar gibi. Bu anlamda daha heterojen bir yapıdan bahsedebiliriz. Kadın kuryeler az sayıda. Ayrıca büyük platformlar göçmen işçi çalıştırmıyor. Sadece Yemeksepeti “Türk soylu” görülen Türkmen ya da Özbek işçileri yeni yeni almaya başladı. Onun dışında göçmenlere hesap kiralanıyor, ancak o şekilde çalışabiliyorlar. Türkiye’de son dönemde ırkçılığın yükselmesiyle, göçmen kurye işçiler sokaklarda çalışırken de büyük ayrımcılığa uğruyor. Devlet göçmenlere misafir kelimesinin ilk harfine istinaden, “MA” – “MZ” şeklinde iki haneli plakalar veriyor. Bu şekilde göçmen oldukları belli olduğu için de trafikte sıkıştırılıyorlar. 

Kuryelerin bu işi tercih etmesinde, ülkedeki yüksek işsizliğin yanında önceki iş deneyimleri de etkili. Daha önce sigortasız, uzun saatler çalışıyor olmaları, angarya işler yaptırılması, ücretlerini eksik almaları ya da zamanında alamamaları gibi, işyerinde patron, müdür vs. baskısı insanları bu işe yöneltiyor. Yani bu iş, genel ücretler ve çalışma şartlarının gidişatıyla beraber değerlendirilmeli. Kuryeler, ast-üst hiyerarşisinden görece bağımsız olacaklarını, asgari ücretin üzerinde kazanacaklarını düşünerek başlıyorlar esnaf kuryeliğe, ama girdikten sonra işin umdukları gibi olmadığıyla da hızla yüzleşiyorlar.

Türkiye’de son dönemde ırkçılığın yükselmesiyle, göçmen kurye işçiler sokaklarda çalışırken de büyük ayrımcılığa uğruyor. Devlet göçmenlere misafir kelimesinin ilk harfine istinaden, “MA” – “MZ” şeklinde iki haneli plakalar veriyor. Bu şekilde göçmen oldukları belli olduğu için de trafikte sıkıştırılıyorlar.

Prekarya ya da proletarya tanımlarına bakınca, sizce esnaf kurye gibi bir modele tabi işçiler nerede duruyor? Proletarya-prekarya ayrımını, bu tartışmaları nasıl görüyorsunuz?

Kocadost: Bu bakış, işçi sınıfının farklı kesimlerini göz ardı ederek onu homojen bir grup olarak ele alan, güvencesizliği de yeni bir sınıf olarak algılayan sorunlu bir sınıf kavramsallaştırmasına dayanıyor. İşçi sınıfı; üretim araçlarından yoksun, emek gücünü satmak dışında başka geçim kaynağı olmayan insana deniyor. Tarihsel olarak bu parça başı çalışmayı, taşeronu, evden çalışmayı kapsar. Batı’da erkek ve vatandaş işçiyi esas alan Fordist döneme dayanarak “bunlar proletarya, geri kalanlar prekarya” dersek eğer, işçi sınıfının heterojenliğini kaçırırız. İşçi sınıfı homojen bir şey olmamıştır; kadın işçiler, evden çalışan işçiler, parça başı çalışanlar… Prekarya/proletarya gibi ayrımlar; sınıf oluşumlarını, farklı işçileştirme biçimlerini, kapitalist emek süreçlerinin karmaşıklığını da anlamamıza izin vermez. Proletaryayı ücretli, güvenceli işçiyle eşitleyerek onu tek bir kategoriye indirger. Tarihsel öznesi Fordist dönemdeki erkek-vatandaş özneye dayandığı için de Avrupa merkezci, cinsiyetçi bir bakış açısıdır. O dönemdeki istihdam ilişkilerini standart alır. Ancak bu şekilde göçmen işçileri, ev işçilerini, parça başı çalışanları, taşeron işçileri, enformel çalışmayı, yani kapitalizmin tarihi boyunca dünyada çok daha yaygın olagelen emek biçimlerini ve işçi kesimlerini anlayamayız. Güvencesizlik, bu işçiler için yeni bir şey değildir. Bugün emeğin sermaye karşısında gücünün azalmasıyla, daha önce güvenceli olan kesimler de güvencesizleşiyor. Platform işleri de bu güvencesizleşme sürecinin bir parçası. Ancak bu güvencesizliği yeni bir olgu yapmıyor ya da güvencesizliği yeni yaşayanları ayrı bir sınıf kılmıyor. Güvencesizleşme, emeğin metalaşması sürecinden ayrı düşünülemez. Yani, güvencesizleşme kapitalizme içkin bir süreçtir. İnsanların kendi geçim araçlarından yoksun bırakılarak piyasaya bağımlı kılınması, kapitalist ilişkilerin dışında fiilen yaşayamaması ile ilgilidir. Güvencesizlik bu anlamda aslında proletaryanın tanımlayıcı özelliğidir.

Çelik: Esnaf kurye tartışmasında da işçilik tartışma konusu yapılıyor. “Prekarya” deniyor, esnaf kuryelerin “gri alanda” oldukları söyleniyor. Ama bana kalırsa “prekarya” diyerek suyu bulandırmanın anlamı yok. Bu insanlar işçi, o kadar. Nihayetinde işçileşmek üretim süreci üzerindeki kontrolden geçiyor, kendi emeğinin kontrolünden. Peki, bu arkadaşlarımız kendi emeğini kontrol edebiliyor mu? Şiftini ya da mesai saatlerini belirleyebiliyor mu? Kime satış yapacağını belirleyebiliyor mu? Bunların cevabı, hayır. Burada bir tabiyet ilişkisi, yani işçi-işveren ilişkisi var. Bizim derneğimiz de ismini tam buradan alıyor. Biz esnaf kuryeleri örgütlüyoruz, ama “motokurye işçileri”ni boldlamak istiyoruz. Bu insanlar işçiler çünkü.

MİD'in üye ağacı

Esnaf kurye denen şey kapitalizmin güncellenmiş hali, kapitalizmin son sürümü. Şu an kuryelikte uygulanıyor, ama yarın öbür gün fabrikalarda da uygulanabilir. Biz esnaf kuryeler demoyuz, kapitalizm için de bu demo gayet iyi gidiyor şu an.

Bir esnaf kurye olarak tanımı siz nasıl yaparsınız?

Kölge: Bence esnaf kurye denen şey kapitalizmin güncellenmiş hali, kapitalizmin son sürümü ve bana kalırsa çok tehlikeli bir sürüm. Şu an kuryelikte uygulanıyor, ama yarın öbür gün fabrikalarda da uygulanabilir. Esnaf kuryelik demek, bir işçiden en yüksek verimi alabilmek ve işçinin bütün sosyal güvencelerini sıfırlamak demek. SSK’lı bir işçi motorla kaza yaptığında sigortadan çalışmadığı günün parasını, işsizlik maaşını alabiliyor. Ama benim böyle bir güvencem yok. Bir başınayım. Çok tehlikeli bir şey ve bu diğer iş kollarına da sıçrayabilir. Şu an biz esnaf kuryeler demo’yuz, kapitalizm için de bu demo gayet iyi gidiyor şu an.

Esnaf kuryelik daha çok pandemiyle beraber gündeme geldi. Ama sizlerin kuryelik hikâyesi daha eskiye dayanıyor. Pandemi öncesi ve sonrasını, o dönüşümü nasıl görüyorsunuz?

İbrahim Kaplan: Ben 11 senedir kuryelik yapıyorum. Son dört-beş yıldır da esnaf kuryeyim. Kuryeliğe ilk başladığımda mahalle aralarında, sigortalı bir şekilde çalışıyordum. Daha sonra İstanbul’a büyük firmalar geldi. Onların gelişiyle sokak arasında çalışırken 80-90 lira gibi bir ücret alan işçiye “gel benimle çalış sana 120 lira vereyim, ister paket at ister atma” dediler. Bu sefer kuryeler oraya yönelmeye başladı. Kuryelerin biraz gözü açıldı ama esnaf kuryelikten bihaberlerdi tabii.

Kölge: Ben de 10 yıllık bir kuryeyim. Şunu söylemek gerekiyor, esnaf kuryelere ilk etapta çok güzel rakamlar veriliyordu. Kuryenin kıymeti pandemide ortaya çıktı. İnsanlar evinden çıkamazken kuryeler sokaklarda bu insanların ilacını, elbisesini, gıdasını taşıdı. Pandemiden sonra bir kurye kıtlığı oluştu. Sonra bu esnaf kuryeliği buldular. Bir nevi krizi fırsata çevirdiler. Yüksek rakamlarla kuryelerin gözünü boyadılar. Ama her geçen gün maaşları kısmaya, düşürmeye başladılar. Trendyol kurulduğu günden beri kolay kolay işçi çıkarmazdı. Son iki senedir hiç acımıyor. Saçma sapan kurallar uyduruyor, “benim yeleğimi giyinmedin” diyor mesela, işten çıkarıyor. Vigo da aynı şekilde. Acayip bir havuz oluşmuş durumda.

Nasıl bir havuz? Bu havuz işçiyi, işçiliği nasıl bir alana sıkıştırıyor?

Çelik: Havuz mevzusu üç boyutlu düşünülmeli. Kuryeler bir boyutu. İkinci boyut restoran bağlamı. Sektördeki firmaların hepsi önce yemek sektörüyle girdi işe. Trendyolu’ndan Yemeksepeti’ne restoran hamlesi yaptı bu firmalar. Türkiye çapında belli sayıda restoran garantiye aldılar. Market açılımları daha sonra geldi. Üçüncü boyut ise müşteri portföyü. Kuryelere dönük havuzun benzerini müşteriler için de oluşturdular. Kampanyalar düzenlediler. Piyasayı ele geçirmeye çalıştılar. Bunu yaparken çalışma biçimini de tasarladılar. Biz daha çok Yemeksepeti ya da Trendyol’u konuşuyoruz ama Bana Bi Kurye var örneğin. İnternet üzerinden taşıma platformu. Diyelim ki bir motorunuz var. Bağcılar’da oturuyorsunuz ve Bakırköy’deki işinize her gün motorunuzla gidiyorsunuz. İşinize giderken bakıyorsunuz, bir paket sipariş var, o paketi de alıp götürüyorsunuz yol üstü diye. Benzin paranız, sigara paranız çıkıyor.

Kocadost: Taşeronlaştırma zincirindeki en son kişinin, işçinin taşeronlaştırılmasıdır bu. İşgücünün bireyselleştirildiği, işçilerin şahıs şirketleri kurdurularak taşeron şirket muamelesi gördüğü, şirketlerin ise bütün sorumluluklardan kaçtığı bir düzenek. Şirketler “bunlar serbest çalışan” diyor. Bu onların tam da sorumluluklarından kaçmak için yaptığı bir şey. Biz bu tanımı veri alamayız. Diğer yandan, “bu işçiler kendi işinin patronu olmak için bu işi yapıyor, işçilik bilinçleri yok” gibi sözlerle onları işçi saymamak da hatalı. İşçileri bu işe iten şey neydi, asgari ücretin üstünde bir ücret kazanma isteği, mevcut çalışma şartlarının kötü olması, ast-üst ilişkileri, patrona, müdüre sürekli hesap vermek zorunda olmaları. Buralardan bir kaçış imkânı yaratmaya çalışırken işçilerin kapitalizm tarafından yine tutulmalarına şahit oluyoruz. Kurye, esnaf kuryelik sisteminin getirdiği sorunların tabii ki bizzat farkında ama aynı zamanda çalışmak da zorunda. Bir işçinin çalışmayı sürdürmesi onun bilinçsiz olduğu anlamına gelmiyor. Onu işçi yapan şey zaten çalışmaktan başka şansının olmaması. Hem sömürüldüğünün farkında olup esnaf kuryeliği eleştirirken hem de çalışmaya devam ediyor işçi. Başka çaresinin olmadığını düşündüğü, kolektif gücü olmadığı için bu şekilde devam etmek zorunda kalıyor. Devam etmesi otomatik olarak sisteme rıza verdiği anlamına gelmiyor. Esnaf kurye modelinde üstüne üstlük paket atmadığı, kontak kapattığı her an para kaybediyor işçi. Ya da bir şirketteki sorunları konuşmak için açılan bir sosyal medya grubuna girdiği için, daha grubun açılmasından bir saat geçmeden işçinin şirket hesabı kapatılabiliyor, yani işten atılıyor.

Kölge: Bunun bir örneği benim mesela. Aktif olarak esnaf kurye olarak çalışıyorum, ama eleştiriyorum da. Eylemde bulunan, tepki veren biriyim, ama çalışmak da zorundayım. Başka bir seçeneğim yok. 

Kocadost: Burada “gig ekonomi” meselesine dair bir parantez de açmak isterim. Genelde “algoritmik kontrol” üzerinde duruluyor. Ama bundan daha başat olan, parça başı çalışma sistemi. Platformlar gelene kadar örneğin kuryeler sigortalı ya da sigortasız çalışsa da, kaç paket atarsa atsın belli bir maaş alıyordu. Platform şirketleri parça başı ödemeyi tekrar getirdiler. Burada algoritmik kontrolden önce ekonomik kontrol var. Parça başı sistemde artık çalışma saatlerini azaltma talebinde de bulunulamaz mesela. Çünkü işçi parça başı kazanıyor, daha uzun çalışma sanki onun kendi çıkarınaymış gibi görünüyor. Parça başı ödemeyle, şirketlerin reklamını yaptığı “çalışma saatlerini kendin belirliyorsun”un da hiçbir anlamı kalmıyor aslında. Daha da önemlisi, bu sistem hız baskısı yaratarak kurye kazalarına ve ölümlerine sebep oluyor. Parça başı ücret, Marx’ın zamanında dediği gibi, patronun en çok işine yarayan modeldir.

Kölge: Aslında en “verimli” çalışma modelidir işveren için. Diyelim hastayım, iki gün işe gidemeyeceğim, rapor alıp göndersem bile maaş alamıyorum. Bu esnaf kuryelik modeli, aile kültürünü bile etkiliyor. Ben bir dönem kuryeliği bırakıp fabrikada işe girmiştim. Cumartesi ve pazar tatildi. Hanımla kahvaltıya gidiyorduk, sinemaya, tiyatroya gidiyorduk. Sonra çocuk olunca esnaf kuryeliğe tekrar yöneldim. Biraz daha fazla çalışıp daha fazla kazanmak için. Hanımla konuştuk geçenlerde, “bir dönem fabrikadaydın, ne güzeldi, sürekli geziyorduk” dedi. Şimdi bakıyorum, son üç senedir eşimle sinemaya gitmemişiz. Çünkü öyle bir algı vardır ki kuryede, “bugün çalışmasam şu kadar zarardayım” der.

Bu çalışma modelinin bir noktada ev içini de tasarladığını, birçok kadını ev işçiliğine mecbur bıraktığını da söyleyebilir miyiz?

Kocadost: Şu an platformlar aracılığıyla alınan yemek, bakım, ev işleri gibi hizmetler aslında tarihsel olarak kadınların ücretsiz yaptığı işlere denk geliyor. Ayrıca bu hizmet emeğinin kolonyal bir geçmişi de var. Platform işlerini dünyada daha çok göçmen kadın ve erkeklerin yapmasına buradan da bakmak gerekiyor. Platformlar, toplumun yeniden üretim ihtiyaçlarına piyasa temelli bir çözüm olarak karşımıza çıkıyor. Bu sektörde çok uzun saatler çalışılıyor. Türkiye’de esnaf-kuryeler 12-14 saat çalışıyor. Ekstra işler de yapıyor. Bu nasıl mümkün oluyor, bir işçi nasıl bu kadar uzun saatler çalışabiliyor? Evde birinin yemeğini yapmasıyla, çamaşırını yıkamasıyla mümkün oluyor ancak. Kuryelerin çok büyük çoğunluğunun evdeki eşleri, evli olmayanların anneleri, ücretli bir işte çalışmıyor. Yani platformların sunduğu bu metalaştırılmış toplumsal yeniden üretimin önemli bir koşulu, bu işi yapan kuryelerin evlerinde yeniden üretimi sağlayan kadınların varlığı, onların ücretsiz emekleri. 

Çelik: Zamanın, ânın kendisinin metalaşması, motokuryenin toplumsal varoluşunu sadece çalışmaya seferber etmesi demek. Pandemi bunun somut karşılığı. Ama kuryelerin pandemide pıtırcık gibi patladığı da pek doğru değil. Toplumsal görünüm kazandı kurye pandemide. Aslında vardı. Sadece pandemiye özgü bir durum değildi. Bu zaten yükseliyordu. Pandemi bunu sıçrattı. Biz pandemide yaptığımız ilk motokurye eyleminde “Sadece çalışmak istemiyoruz, biz aynı zamanda yaşamak istiyoruz” demiştik.

Bunun için ve anlattığınız sorunlara çözümler üretebilmek için de derneği oluşturdunuz. Biraz başa dönersek, kuruluş sürecinden bugüne dernek kuryelerin dertlerine, bahsettiğiniz sorunlarına nasıl çözümler üretiyor?

Kölge: Ölümlerden bahsedeyim. Bugüne kadar hiçbir kurye cinayetinde kimse müebbetle yargılanmamıştı. Biz dernek olarak Samet Özgül davasını takip ettik. Samet Özgül arkadaşımız, 5 Kasım 2022’de işe giderken trafikte kırmızı ışıkta geçtikleri için uyardığı üç kişinin bıçaklı saldırısına uğramış ve öldürülmüştü. Saldırganlardan biri tutuklu, ikisi tutuksuz yargılanıyordu. Ankara’daki dernekler bile sahip çıkmazken, İstanbul’dan kalktık duruşma salonuna gittik. Öncesinde olabildiğince bu konuyu gündeme getirmeye çalıştık. Kampanyalar düzenledik. Milletvekillerinin desteğini aldık. Nihayetinde Samet Özgül davasında müebbet kararı çıktı. Eylül ayındaki karar duruşmasında tutuklu sanık müebbet cezaya çarptırıldı, tutuksuz sanıklar ise “kasten öldürmeye yardım etmek” suçundan 12’şer yıl hapis cezası aldı. Hâkimin kanaatini değiştirdi mi, bilmiyorum, ama çabamızın değiştirdiğini düşünüyorum. Milletvekillerinin gelmesi, olayın gündemde kalması davanın seyrini değiştirdi bana kalırsa.

Türkiye’de geçen yıl 58 motokurye öldü. Bu yıl Ekim ayının başına kadar yaşamını yitiren motokurye sayısı ise 42. Adalet mücadeleleri önemli. 2022’de ölen 58 kuryeden sadece üçü için adalet mücadelesi yürütüldü.

Çelik: Türkiye’de geçen yıl 58 motokurye öldü. Bu yıl Ekim ayının başına kadar yaşamını yitiren motokurye sayısı ise 42. Adalet mücadeleleri önemli. 2022’de ölen 58 kuryeden sadece üçü için adalet mücadelesi yürütüldü. Bu yıl yürütülecek adalet mücadelesi, bu sene yaşamını yitiren Durmuş Araç üzerinden gerçekleşecek. Bu mücadeleyi de derneğimiz üzerinden yürütecek, yükselteceğiz.

Kocadost: Biz burada şirketlere dava açmayı da önümüze koymak istiyoruz. Bu ölümlerle ilgili olarak şu an şirketlere açılmış bir dava yok. Oysa bu insanlar şirketlerin işini yaparken yaşamlarını yitirdiler. Bunu da önümüze koyuyoruz. Hukuki bir alana sıkışmak için değil, işçilerin canını alan bu çalışma rejimine ve de şirketlerin bunda sorumluluklarına vurgu yapmak için. Farklı mücadelelerle de birleştirilmesi gerekiyor. Örneğin temiz içme suyu sorunu. İnsanlar damacanalarla su sipariş ediyorlar. Çünkü çeşme suyu temiz akmıyor. Müşteri de damacana su istiyor. İşçi bel fıtığı olma pahasına o suyu götürüyor. Bu sektöre giren bir insanda bir-iki yıl içinde bel fıtığı dâhil sağlık şikâyetleri başlıyor. Yani çeşme suyu temiz akmadığı için birileri litrelerce damacana suyu kendini sakatlama pahasına taşımak zorunda kalıyor. Az önce yaşamını yitiren kuryelerden bahsettik. Sağ kalanlarda da çok ciddi meslek hastalıkları baş gösteriyor. Bel fıtığı, ortopedik rahatsızlıklar, kronik bronşit, astım vb. Bu insanlar zaten Bağ-Kur primlerini ödeyemiyor, hastaneye ancak acilden girebiliyor, emeklilikleri yok. Kaç sene bu işi yapabilirler? İnsanları öldüren, sakatlayan bir çalışma rejimi.

İbrahim Kaplan, Başak Kocadost, Yasin Kölge

Dernekte başka ne gibi sorunları konuşuyor, tartışıyorsunuz?

Kölge: Örneğin, motosiklet hırsızlığı çok oluyor. Bu nedenle WhatsApp’ta “çalıntı ihbar” grubu oluşturduk. Orada bir ilan paylaşıldı geçenlerde. Küçükçekmece’de bir motor. Motorun ederi 200 bin lira. Bu motor Maltepe’den çalınmış. Maltepe’de çalınan motor Küçükçekmece’de bulunuyor. Üstünde sahte plaka var. Sahte plakanın araması olmadığı için polis de gelmiyor. Biz adeta dedektif gibi şase numarasından bayiyi arattık, bayiden sahibini bulduk. Sahibi Maltepe’den geldi. Sevinçten çocuklar gibi ağlıyordu. Ümidi kestiğini, bulunduğuna ne kadar sevindiğini anlatıp durdu bize. Kurduğumuz ihbar grubu üzerinden bu şekilde beş tane motor bulduk şu âna kadar. Bu da karşılıksız, menfaatsiz, çıkarsız bir dayanışma faaliyeti derneğin.

Kuryelerin karşı karşıya olduğu sorunlardan biri polis çevirmesi ve motorların çekilmesi meselesi, değil mi?

Kölge: Evet. Bu çok büyük bir problem. Çünkü iş artık ranta dönmüş durumda. Geçtiğimiz günlerde motorumun sigortası bitmişti, ben de fark etmemişim. Bir çevirmeye girdim o sıralarda. Motorumun bağlanacağı söylendi. Ben de polise, “yapmayın, ev geçindiriyorum, müsaadeniz olursa hemen internetten sigortayı yatırayım, bırakın yoluma gideyim” dedim. Bana söylediği şu oldu: “Sen 60-70 bin lira kazanıyorsun, sana koyar mı?” Sonuçta motorumu bağladılar. Sigortasını yatırdım. Bir günlük bağlamanın ardından 800-900 lira gibi bir ücret ödedim, aldım motoru. Ancak, işin absürt kısmı şu. Bir motosikletten alınan bağlama ücreti 830 lira. Bir otomobilden alınan ücretse 860 lira. Ama çekiciye yalnızca bir otomobil girebilirken, 15 motor yerleştirebiliyor. Bu yüzden çevirmeler çoğunlukla motor çevirmelerine dönmüş durumda. Kuryeleri hemen alıp çeviriyorlar. Ciddi bir rant elde ediyorlar. Otoparklar bu işi ticarete dönüştürmüş. Yeddiemin otoparkları devreye giriyor. Orada da mafyavari bir sistem var neredeyse.

Çelik: Motokurye mücadelesi sanki sadece direnişlerden ibaretmiş gibi görünüyor. Çoğu da sosyal medya üzerinden görünür oluyor. Ama durum öyle değil. Yasin’in az önce anlattığı hırsızlık vakalarından çevirmeye kadar, işin gündelik akışı içinde bir sürü problem çıkıyor ortaya. Derneğin asıl amacı da bu gündelik problemlere çözüm geliştirebilmek. Çoğuna da çözüm bulabiliyoruz. Örneğin, çevirme sorununa karşı bir önlem geliştirdik. Çevirme grupları oluşturduk. Biri yazıyor hemen gruba, “şurada polis var, çevirme olur, gitmeyin” diye. İşe yarıyor mu, yarıyor. Kuryelerin birliğinden geliyor bu da.

Burası, bu dernek kuryenin kendi iç örgütü. Sendika kuramadığımız için bu dernek var. Bizim örgütlenme aracımız yani. Sanki kurye mücadelesinin temelinde salt ücret zammı tartışması var, hayır, öyle değil. Bu aynı zamanda özgürleşme mücadelesi. Biz burada bazen film izleyelim diyoruz, bazen futbol maçları izleyelim istiyoruz. “Sadece çalışmak istemiyoruz” vurgusundan devamla, burası bir özgürlük alanı, bir bilinçlenme alanı. Biz burada depremle ilgili, depremde kuryelerin almış olduğu sorumlulukla ilgili de toplantılar yapmak istiyoruz. Kuryelerin hayalleri, yapmak istedikleri, nasıl bir işte çalışmak istediklerine dair de bir şeyler yapmak istiyoruz.

Kaplan: Biz derneği Bağcılar’da açtık, ama sadece burada değiliz. Türkiye çapında faaliyetlerimizi yürütmeye çalışıyoruz. Öyle ki, derneklerimizin sayısını çoğaltmaya çalışıyoruz.

Şimdi kaç yerde MİD olarak varsınız?

Kaplan: Şu an iki yerde varız, İstanbul’da Bağcılar ve Maltepe’de. İstanbul dışında da girişimlerimiz var, örneğin İzmir’de. Diğer derneklere benzemek istemiyoruz açıkçası. Menfaat için ya da para için değil, kuryeler için kuruyoruz derneklerimizi. Çünkü bazen menfi şeylere şahit oluyoruz açıkçası.

Ne gibi şeyler?

Çelik: Sadece “rantçı” eleştirisi yapmak değil niyetimiz. Ama şunu eleştiririz. “Esnaf Odası” kuruyorlar motokuryelerle. Bu kabul edebileceğimiz bir şey değil. Çünkü biz kuryenin işçi olduğunu savunuyoruz. Bütün tartışmalarımızın özeti biraz da burada zaten. Ama gidip kuryeler adına “Esnaf Odası” kurmak nedir? Esnaf, fiyat belirleme gibi politikalar uyguluyorlar. Burada başka niyetler arıyoruz haliyle. Bu tartışmalar bize doğru gelmiyor.

Dernek içinde iç işleyiş nasıl?

Çelik: Komite ve Meclis gruplarımız var. Bu ayrımın temel nedeni sorumluluk almayla ilgili. Gönüllülük esasına göre sorumluluk alan herkese açık. İstanbul çalışmamızda aktif olup sorumluluk üstlenen herkesi komite grubumuza ekliyoruz. Derneğin üyelerinin hepsiyle de açık çağrıyla ayda bir toplantı yapıyoruz. Derneklerin aylık toplantıları herkese açık. Herkesin söz aldığı bir eşitler toplamı söz var.

Kuryeler sadece ilacın ya da yiyecek içeceğin bir yerden bir yere teminini değil, farklı malzemeleri de tedarik ediyordu. Örneğin madenciler enkaza girmek için domuz damı yapacaklar. Ağaçtan yapıyorlar domuz damını. Bir otomobil bu ağacı temin edemiyor. Yolu gidemiyor çünkü. Orada da motorlu kuryeler yardımcı oldular. Arama kurtarmada kullanılan malzemeler de motorlarla taşındı.

6 Şubat depremleri sonrası kuryelerin almış olduğu sorumluluğu hatırlattınız. O süreç nasıldı?

Çelik: Biz Antakya’ya gitmiştik. Defne, Samandağı hattındaydık. O zaman daha derneği kurmamıştık, ama TEHİS olarak oradaydık. Fakat orada bizim dışımızda da birçok kurye görev aldı. Biz deprem bölgesinde gidilemeyen köylere yardım taşıyorduk. Herkesin kendi yeteneğine göre bir şeyler yaptık. Ancak bunun çalışmasını kendi içimizde devam ettirmemiz gerektiğini daha oradayken konuşmaya başladık.

Maden işçilerinin, yine inşaat işçilerinin deprem bölgesinde arama kurtarma faaliyetlerine katkısına şahit olduk. Kuryeler olarak siz neler yaptınız?

Kaplan: Bir bina çökmüş diyelim, kurye gidip oradaki enkazı kaldırmıyordu belki. Ama hayatta kalanlara, yaralı olanlara erzaktır, sudur, ilaçtır, bunları taşıyorduk. Yaşlı insanlar için çok ilaç taşıdık. Deprem bölgesinde sahra hastanesi gibi bir şey kurulmuştu. Biz ilaçları oralardan temin edip ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyorduk. Bina yıkılmış, araba geçemiyor, ama motorla bir şekilde yolunu bulup geçebiliyorsun. Tabii korkuyla geçiyorduk. Binalar bazen üstümüze yıkılır mı korkusu oluyordu. Ama onca insan yaşamını yitirmiş, o an bu korkuları söküp atıyorduk üzerimizden. Yardımları ulaştırdığımız zaman insanların tepkilerini hiç unutmuyorum.

Kölge: Kuryeler sadece ilacın ya da yiyecek içeceğin bir yerden bir yere teminini değil, farklı malzemeleri de tedarik ediyordu. Örneğin madenciler enkaza girmek için domuz damı yapacaklar. Ağaçtan yapıyorlar domuz damını. Bir otomobil bu ağacı temin edemiyor. Yolu gidemiyor çünkü. Orada da motorlu kuryeler yardımcı oldular. Arama kurtarmada kullanılan malzemeler de motorlarla taşındı.

Kaplan: Maalesef çok fazla ceset torbası da taşıdık, yeraltı kameralarını da taşıdık. Bir gece şöyle bir şey oldu. AFAD binasında kalıyorduk. Bir binanın altından ses geldiği, acil ses kamerası gerektiği ve iki kişinin enkazın olduğu yere gitmesi gerektiği söylendi. Biz kalktık arkadaşımla, iki kişiyi motora attık, direkt oraya götürdük.

Deprem bölgesine gittiğinizde çalıştığınız şirketlerin tepkisi nasıl oldu?

Çelik: Özellikle Antakya depremden sonra kendi kaderine terk edildiği için, kuryelerin buradaki Arap-Alevi mahallelerindeki faaliyeti çok kritikti. Ama bir kurye arkadaşımız gidip deprem bölgesinde çalıştığı için işinden atıldı. Şirketler bu kadar alçaklar gerçekten de. Vigo çalışanı olan İbrahim arkadaşımız deprem bölgesine gittiğinde şirket bunun reklamını yaptı, bu durumu sömürdü, kendine mal etti, ama İbrahim oraya kendi imkânlarıyla gitti. Dönerken de yalnız bırakıldı.

Kaplan: Üç-dört arkadaş gitmiştik. Sonrasında ilgilenmediler. Dönmek istediğimizde, “giderken bize mi sordunuz?” dediler.

Kölge: Benim çocuğum hasta olduğu için gidememiştim. Çocuğumun beyninde tümör var, onla ilgilenmek zorundaydım. Gidemediğim için de çok üzgünüm. Ama ben buradaki süreci anlatabilirim. Giden arkadaşların maaşı yatsın dedik. Bu talepte bulunduk, örgütlemeye çalıştık bunu. Ama bu talebimiz de geri çevrildi.

Olası depremlere dönük çalışmaları ne yönde devam ettireceğinize dair tartışmaları nasıl yapıyorsunuz?

Kaplan: Ben oraya kendi motorumla gitmiştim. Şöyle düşündüm, lastiğim patladı, ne yapacağım, o durumda bana kim yardım edebilir ki. Çoğu kurye bu nedenle yolda kaldı. Bunu kendi aramızda konuşuyoruz. Lastiktir ya da benzer şeylerdir, bunların temini, deprem ânında nasıl hareket edileceği, nasıl organize olunacağı gibi şeyleri konuşup tartışıyoruz.

Deprem bölgesinde dayanışma gösteren gönüllü kuryelerin deneyimleri raporu 

6 Şubat 2023’te dokuz saat arayla Kahramanmaraş Pazarcık merkezli olarak meydana gelen, 7.8 ve 7.5 şiddetinde iki depremin ardından milyonlarca insan depremzedelerle dayanışmak için seferber oldu. Her yaştan ve madenci, itfaiyeci, doktor, kepçe/vinç operatörü gibi farklı meslek gruplarından insan, 717 bin 614 yıkılan ve hasarlı binada insanlar ve canlılar için harekete geçti. Bu meslek gruplarından birisi de moto kuryelerdi. Kurye Hakları Derneği, bir buçuk ay boyunca bölgede çalışma yürüttükten sonra arama kurtarma, yardım ve dayanışma çalışmalarına katılan biniaşkın moto kuryenin deneyimlerini incelemek, olası depremlere dair kuryelerin önerilerini derlemek için bir saha araştırması gerçekleştirdi. Bu araştırmada bölgeye bireysel olarak giden; 15 ilden 30 kuryeyle, yarı yapılandırılmış görüşme tekniğiyle ile görüşmeler gerçekleştirildi. İstanbul, Ankara,İzmir, Bursa, Eskişehir, Adana, Mersin, Antalya’dan 21 kurye ile yüz yüze; Konya, Manisa, Balıkesir, Çanakkale, Düzce, Sakarya,Malatya’dan da 9 kuryeyle online görüşmeler yapıldı.

Sona doğru gelirken kuryelerin kazanımları desek…

Kocadost: Kazanımlar noktasında; fırtınalı, karlı havalarda şirketler eskisi gibi kuryeleri çalışmaya zorlayamıyor. Şirketler, çalışılmayan saatler için belirli ücretler de ödüyorlar artık.

Çelik: Bunun mücadelesini çok fazla verdik. Daha önce meselemizin sadece ücret mücadelesi olmadığını söylemiştik. Dernektir, sendikadır, bunlar bizim mücadele araçlarımız. İşçi merkezli bir mücadele yürütmek, karar mekanizmalarının hepsinin içinde işçilerin olması, kuryelerin kendi kaderlerinde, kendi mücadelelerinde söz hakkı olması çok önemli. Kurye olarak yaşarken, çalışırken kendi sorunlarının, dertlerinin çözüm aracı olarak MİD gibi yerlerin varlığı da bir kazanım bu açıdan. Yine Yemeksepeti direnişi. 50 günü aşkın direnildi. Somut bir kazanım elde edemedik. Ama Türkiye çapında 800’e yakın kurye paket atmadı. Ama 10 ay boyunca Yemeksepeti’nden çalışmayarak paralarını aldılar. O direniş zamanında beraber olduğumuz dernek yöneticilerimiz var, somut bir birikim olarak. 10 ay boyunca bir paket bile atmadılar, ama paralarını aldılar. Bu da bir kazanım. Direnişin getirdiği bir kazanım.

Bir çağrınız var mı?

Çelik: Bu dernekler, sendikal mücadeleler, hepsi işçilere adanmış, işçilerin öz örgütü. Kuryelerin sorunlarına çözüm için buradayız. Bütün arkadaşları, meslektaşları bizimle beraber olmaya, mücadeleye omuz vermeye ve bu hikâyeyi büyütmeye davet ediyoruz.

Kaplan: Birlikten kuvvet doğar. Ben de bütün kurye camiasını, motokurye arkadaşlarımı MİD’e davet ediyorum. Beraber olduğumuzda başaramayacağımız hiçbir şey yok.

Kocadost: Her ânın metalaştırıldığı, insanların çalışmaya koşulduğu yerde aslolanın hayat olduğunu unutmamamız lâzım. İşçiliğimizin sebebi de bu, yaşamak. Biz burada hayatımızı dayanışma ve kolektif gücümüzle kazanmaya çalışıyoruz.

Zeki Ökten’in yönetmenliğini yaptığı 1986 yapımı, başrolünde Kemal Sunal’ın olduğu bir film var: “Yoksul”. Yoksul çaycı isyan eder filmde, “ben bu koşullar altında çalışamam, sigortam yok, asgari ücrete talim, ayakçı mıyız, gece bekçisi miyiz, belli değil” der. Patron da ona, “bırakıp gidemezsin, hissen var, o ne olacak” diye yanıt verir. Yoksul çaycı “binde sıfır virgül bilmem kaç” diye ortaya koyar hesabı. Biz esnaf kuryeler “Yoksul” filmindeki o çaycıyız işte.

Kölge: Benim son sözüm yine esnaf kuryelik sistemiyle alakalı olsun. Bu sisteme sadece kuryeler olarak bakılmamalı. Daha önce de dediğim gibi, bu kapitalizmin güncellenmiş hali. Kuryeler olarak biz bunun demo’suyuz. Sermayenin çok tehlikeli bir stratejisi, diğer alanlara da sıçrayabilir. Zeki Ökten’in yönetmenliğini yaptığı 1986 yapımı, başrolünde Kemal Sunal’ın olduğu bir film var: “Yoksul”. Yoksul çaycı isyan eder filmde, “ben bu koşullar altında çalışamam, sigortam yok, asgari ücrete talim, ayakçı mıyız, gece bekçisi miyiz, belli değil” der. Patron da ona, “bırakıp gidemezsin, hissen var, o ne olacak” diye yanıt verir. Yoksul çaycı “binde sıfır virgül bilmem kaç” diye ortaya koyar hesabı. Biz esnaf kuryeler “Yoksul” filmindeki o çaycıyız işte. Esnaf kurye modeli diğer sektörlere sıçrayabilir, bunun önü açık. O yüzden buna dikkat çekilmesini istiyoruz. Bu modelin kaldırılmasını istiyoruz. Bu yüzden de bizim gibi “demo” olan kurye dostlarımdan derneğimize gelmelerini, daha fazla birlik halinde olmalarını istiyorum.

İÇİNDEKİLER

FASİKÜL 1: GİG EKONOMİSİ
Kompleks'in ilk fasikülünde gig ekonomisini derinlemesine inceliyoruz. Tarihsel süreçten kapsadığı iş kollarına; ekonomi-politiğinden işçi portelerine, güvencesiz çalışmanın yansıdığı güncel alanlara odaklanıyoruz.
BÖLÜM 1
GİG EKONOMİSİ 101
BÖLÜM 2
BUGÜNE YANSIMALARI
BÖLÜM 3
İNSANA YANSIMALARI
BÖLÜM 4
KÜLTÜRE YANSIMALARI
BÖLÜM 5
GELECEK

KOMPLEKS BÜLTENİNİ TAKİBE ALIN!​