İÇİNDEKİLER // KLOG

Turist özne ve otantiklik talebi

Pınar Üzeltüzenci

Sanatçı/akademisyen Hito Steyerl The Spam of the Earth: Withdrawal from Representation isimli makalesinde[1] Facebook’u, Instagram’ı, Twitter’ı ve Second Life’ı ile temsil çağının sıradan insana verdiği dünyanın yapımında katılımcı olma, söz alma, fark yaratma vaadinin “dedikoduya malzeme olma, gözetlenme, aleyhe delil ve seri narsisizm” olarak geri döndüğü tespitini yapıyordu. İnternet, politik alanda söz aldığımız, söylediklerimizin dünyayı iyi yönde değiştirmek adına kale alındığı, yeni yeni seslerini duyurabilme şansı edinenlerin dertlerinin dinlendiği ve böylece ayrımcılığın sonlanmasına katkıda bulunabildiği çok sesli, çoğulcu bir kamusal alan değil herkesin birbirini gözetlediği, gözetlenmeyi bizzat arzuladığı yahut bazı tatminler uğruna özel alanını feda edebildiği, ezilenin görünür olmaya dair ilk hamlesinde baskın ideolojiye bir de bu alanda kuyruklanan narsisist bir güruh tarafından bir kez daha ezildiği bir tersine panoptikon[2] olup çıkmıştı. Görünürlük özgürlük ve demokrasi değil, çoğulcu ve biraz daha renkli bir faşizm getirmişti. Temsil diktatörlüğüne boyun eğmeyenlerin yok sayıldığı, akıllı telefonların, internet kullanıcılığının (örneğin e-devlet, örneğin İstanbul kartı aktive etmek için internete erişimin ve internet kullanmayı bilmenin şart koyulması vs) defacto dayatıldığı, cömertçe sergilenen evler, seyahatler, ilişkiler vs. aracılığıyla egemen sınıfın etik ve estetik zorbalığını katmerlediği yeni bir dünya düzeniydi bu.

Dijital kamusal alanda kullanıcılar, özenle oluşturulmuş kimliklerini filtreli fotoğraflar ve yeniden düzenlenebilir metinler eşliğinde ilgili izleyiciye sergileyen küratörlere dönüşürken, bu servis/sergi curcunası içinde her çeşit deneyimi tüketmekle yükümlü izleyicinin körelmeye yüz tutan duyularını harekete geçirmek adına travmaların peşi sıra yarıştırıldığı realite şovları, ‘sıradan insanın utanç verici’ hayatına odaklanan gündüz programları (Müge Anlı ve Esra Erol’u düşünün), gerçek hayattan uyarlanan hakiki suç (True Crime) dizileri ve ünlü simaların “hiç bilmediğimiz yönlerini” ifşa eden biyografik belgeseller zaman tünellerimizde sıralanıp, dört bir yana dağılmış dikkatimizden pay kapmak için birbirleriyle yarışır hale geldi. İzleyici önce kullanıcıya, sonra müşteriye, şimdi de tam teçhizatlı bir turiste dönüştü. Baktığı her yerde kendine has, daha önce hiçbir yerde görmediği orijinal manzaralar görmek isteyen, süzen, yargılayan ve deneyimleyen bir turist özneye. Ve bu internet ve TV’deki her şeyi görmüş turist özneyi sıradan hizmetler artık kesmiyor, mümkünse en otantik olanı deneyimlemek istiyor.

Merriam-Webster sözlüğünün yılın sözcüğü ödülünü Rizz ile paylaşan Authentic yani Otantik kelimesi Merriam-Webster’ın kendi sözlüğünde “sahte veya taklit olmayan”, Cambridge sözlüğünde “gerçek, doğru veya insanların olduğunu söylediği şey”, TDK’ya göre ise “eskiden beri mevcut olan özelliklerini taşıyan; orijinal” anlamına geliyor. Rumuz isimler, Deep-fake fotoğraflar, Chat GPT ile yazılan yazılar, yapay zekâ çevirileri, Instagram filtrelerinden geçmiş yüzlerden oluşan nüfusu ile internet kimsenin kimseye inanmadığı bir maskeli baloya dönüşürken, bu karmaşadan kaçma isteğinin kendisini otantiklik talebiyle göstermesi ilginç ve itiraf edelim moral bozucu zira otantiklik talebi kendi içinde geçmişe dair derin bir nostaljiyi taşımasıyla aslında muhafazakâr bir tarafa da sahiptir. Bu muhafazakarlığı ve yeni nesil tahammülsüzlüğü erkeklerin becerikli makyaj teknikleri karşısında dillendirdikleri “kandırıldık beyler” akımında ve yükselen LGBTİ+ karşıtlığında açıkça gözlemlemek mümkün. Markalarla çalışanlar, kendi markasını pazarlayanlar, kendisi bir markaya dönüşenler ile birlikte internetin sonsuz bir reklam kuşağına dönmesinin acısını çıkarmak için eski tanıdık fobiler, otantiklik arzusu bahanesiyle devreye sokuluyor.

Otantiklik kavramı altın çağını aslen Romantik dönemde yaşıyor. Saf, modern dünya tarafından lekelenmemiş bir öze olan hasretin mimlediği bu dönem otantikliği “kişinin kendisine ve etrafındakilere ihanet etmediği bir samimilikte yaşadığı, toplumun değer yargılarına karşı kendi erdemlerine tutunan, orijinal bir karaktere sahip olma” anlamında kullanıyordu. İnsan aklına ve hislerine, güzelliğe ve doğaya olan düşkünlüğü ve biçime verdiği önemle romantizm rasyonalizm ve sanayi devrimine bir tepki olarak ortaya çıkmıştı ve eski, güzel, teknolojik ilerlemeyle kirlenmemiş, otantik bir Avrupa özlemi ile birlikte geliyordu. Romantikler için sanatçının kendini olabildiğince içten ve samimi bir şekilde ifade etmesi önemliydi. Dönemin ressamlarından Caspar David Friedrich “sanatçının duyguları onun yasasıdır” derken Isaiah Berlin ise romantizmi şöyle tarif ediyordu: “Etik, politika ve estetik alanında önemli olan samimi ve otantik bir şekilde içsel hedeflerin peşinde koşmaktır. Ressam, şair, besteci ideal de olsa doğaya ayna tutmaz, icat eder, taklit etmez…”

Romantizmin bu insan doğasına dair muhafazakâr karakterinin önemli bir parçası olan otantiklik kavramı aslında özne odaklı Batı felsefesi geleneğinin de kalbinde yatar. Friedrich Kittler, Towards an Ontology of Media (Bir Medya Ontolojisine Doğru) adlı kitabında, Batılı düşünürlerin sadece konuşma eylemini “otantik” kabul ettiğini yani konuşma eyleminin, öznenin zaman ve mekanda mevcut olduğuna dair kanıt oluşturduğu için, yazma eylemi karşısında öncelendiğini belirtir. Bu yüzden fotoğraflar, kamera kayıtları ve yazılara güven olmaz, bu araçlar doğruyu hiçbir zaman, konuşan öznenin bizzat kendisi kadar otantik ifade edemez. Otantiklik illüzyonu da bu açıdan neoliberal dünya tarafından kandırıldığını hisseden bir kullanıcının daha az baskıcı, daha özgür bir dünyaya dönme isteğini değil, köksüzlük korkusu karşısında eğitim, bilgi ve deneyiminin yetersizliği yüzünden tutunacak bir alternatif bulamadığı için bildiği en yakın şeye tutunma ihtiyacının bir tezahürüne işaret ediyor olabilir. Bu güvencesizlik hissi elbette kapitalist patriyarka tarafından hemen metalaştırılmaya teşnedir. Otantiklik arzusu kadınsı olarak mimlenmesi dikkat çeken tüketim kültürüne verilen “doğal” bir refleks olarak paketlenir ancak “sahte” olanın yerine gerçekten ihtiyaç duyulan şey değil, otantikmiş gibi yapan yeni temsiller konur. Zira insanın bir özü yoktur ve bu bir tuzaktır. Turistleştirilmiş öznenin otantiklik talebi kolay hedef olan hizmetkârlardan: kadınlardan, LGBTİ+lardan ve alt sınıflardan en derin travmalarını sürekli performe etmesini talep eder. Bu yüzden her meta ilişkisinde olduğu gibi otantiklik baskısının da insan ilişkilerine dair neleri gizlediğini sorgulamak elzemdir.

Düşünen/konuşan öznenin Batı metafiziğindeki tarihsel yolculuğuna bakıldığında ve Batı gündelik hayatının bile bu kişi üzerinden modellendiği düşünüldüğünde egemen mecranın dijital olduğu günümüzde bu öznenin nasıl evrildiği açıktır. Bireyselliği kolektiviteye tercih eden neoliberal uygulamalarla birlikte varlığını “konuşarak” kanıtlayan bu otantik özne günümüzde de referans noktası olmaya devam ediyor gibi görünüyor. Ancak dijital dünyada otantik olmak, “orada bizzat olmayı” değil, belirli bir zaman/mekân anlayışının ötesine geçmeyi de içeriyor. Hali hazırda öznenin her daim otantik olarak hissedilmesi için, “oradaydım” iddiasının inandırıcı olması yeterli. Bu yüzden Victoria Beckham aslında Rolls Royce ile dolaştığı halde ailesinin işçi sınıfı olduğunu iddia etme girişiminde bulunabilir. Bu yüzden Seda Sayan gibi son derece ayrıcalıklı hayatlar süren ünlüler ‘düşük sınıfların dilini’ üstlenme gibi belirli stratejik manevralarla otantik görünmeyi becerebilir.

Hito Steyerl aynı makalesinde “TV, alt sınıflarla alay etme aracı haline gelmiştir. Televizyonun sabah kuşağı işkencecilerin, izleyicilerin ve aynı zamanda işkence görenlerin mahcup zevkleriyle dolup taşan bir işkence odasının çağdaş muadilidir” de diyordu. Bu işkence odası metaforu sadece sabah TV’si için değil artık bir ekran dolayımı vasıtasıyla  bize ulaşan her seyirlik için geçerlidir. Reality şovlar ile birlikte otantiklik en derin travmaların ortaya saçıldığı, acının ve aşağılanmanın sergilenme değeri kazandığı bir metadır artık. Turist haline gelen izleyici için en gerçek acılardan, daha sahici cinayetlerden, en otantik kavgalardan oluşan egzotik travma turları düzenlenir.

Otantiklik talebi Brenda Weber’in reality şovlarla ilgili olarak öne sürdüğü gibi[3], kadınların “sürtüklere, moronlara ve kevaşelere”, erkeklerin ise “hipermaskülin haydutlara” indirgendiği toplumsal cinsiyet stereotiplerini de koşullandıran şeydir. Yani otantiklik beklentisi aslında bir ‘norma’ dönüş talebidir zira hali hazırda farklı olana dair görüş ve düşünceleri kültürel temsiller ve ideoloji ile şekillendirilmiş izleyici için otantiklik var olan temsillerin bir temsili, diğer bir deyişle basmakalıp fikirlerin yinelenmesi ve pekişmesi demektir. Otantiklik talep eden turist izleyici norma dönüşün sağlama alınmasına katkıda bulunur ve Foucault’nun dediği gibi “vatandaşların açık (devlet) kontrol biçimlerine ihtiyaç duymadan kendilerini disipline ettiği neoliberalizmin kendi kendini düzenleyen kültürünü” de pekiştirir.