İÇİNDEKİLER // KLOG

Sermayenin neo-kriptografisi

Hasan Cem Çal

Üretim ilişkilerinin mistifikasyonu yani ilişkisel olarak gerçekleşen üretimin ne şekilde ve hangi koşulda gerçekleştiğinin çarpıtılması, kapitalizm denen şeyin tarihsel bağlamında, onun gelişim sürecinin belirli bir safhasında zuhur eden bir şey olmaktansa doğumundan beri, takriben beş yüz yılı aşkın bir süredir faal olan, sistemik bir eğilime işaret eder. Ama (üstünü örttüğü varsayılan ilişkilerin gelişimselliğine uygun bir şekilde) kendi gelişimine de sahiptir. Sermayenin mistifikasyonu en az sermaye kadar gelişime tabi, hatta bir bakıma sermayenin gelişminin kâr arttırma ve piyasa genişletmeyle birlikte dinamolarından biri, belki de ana dinamosuydu; sermayenin meşruiyetini sağlayan “uygulama” olması ve diğer iki dinamoyu mümkün kılması vasfıyla.

Kapitalizmin ruhu olduğunu daha doğrusu kolektif bir ruha, bir tine sahip olduğunu söyleyen Max Weber’di, bu tinin gerekçelendirilmesi, bir tür haklılandırma sürecine sokulması ve tabi kılınması gerektiğini tespit eden de tabii. Ama o vakitten bu vakte çok şey değişti. Kapitalizmin varlığını sözde haklılandıran iki temel gerekçenin iptali söz konusu hâle geldi diyelim. Bunlara aşkın ve içkin gerekçeler diyeceğiz, Weber böyle adlandırmasa da. Bir: Çalışmanın yüceltilmesi olarak kapitalizm (Protestanlıktan devşirilen ve saptırılan, ilkin ahlaki, sonra ekonomik değer). İki: Bireysel emeğin, “elini taşın altına koyma”nın erdemi ya da “rekabetçi diğerkâmlık” olarak kapitalizm (“Herkes işini yapmasaydı hâlimiz nice olurdu?” sorusunda temellenen üçkâğıtçılık, Adam Smith’in “etiği”). Bu anlamda sermayenin ilksel ruhu, onun ilksel kriptografisidir: Onun gerekçesizliğini örtmek için (ya da Marksist bir deyişle, “kansızlığını gidermek” için) kullanılan bir çokyüzlü peçe ya da perde.

O hâlde ilk kriptografi bir aşkınsal odaktan, Tanrı katından, kilise kurumundan, göksel düzenden devşirilen, ahlaki zapt rejiminin ekonomik sahaya kaydı ya da uyarlanışıdır. Böylece hâlihazırda alışılmış değerler bir sınıftan diğerine, bir ihtisas alanından ötekine taşınır ve âşinalık devamlılık arz eder: Kiliseden pazara, papazlardan burjuvalara. “Aynı gibi, ama farklı.” Sermaye böylelikle hiçliğini bir gizem olarak onar ve Tanrı’nın kelâmının nicelik değerinden ifadesi olarak kanıksanır. Tanrısal pelerini örter üstüne. El işi olan.

Ama ikinci kriptografide her şey çoktan tersine dönmüştü. En detaylı ve derinlemesine şekilde Eve Chiapello ve Luc Boltanski tarafından deşifre edilmiş olan sermayenin ikinci ruhu, kesinlikle ilkinin bir baş aşağı dönüşünü imliyordu. Bu ruhun oluşturduğu dikotomi, ilkine kıyasla aşkın ve içkin düzlemler arasında değil, tamamen içkin bir sahada bulunuyordu, ama bu sefer özneyi içeriden yaracak ve herkesle birlikte kendi kendine düşman kılacak bir içsel ikiliğin ifadesiydi de. Chiapello ve Boltanski’nin kuramını temellük edip onu hiç haz etmedikleri Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin şizoanalizine peşkeş çektirecek olursak, bu ikiliğin şizofrenik bir ikiliğe göndermede bulunduğunu söyleyebiliriz. Bir: Çalışmanın hiçbir zorunluluk arz etmemesi ama yine de zorunlu olması ve her şeyin sorumlusunun bireyden başka bir taraf olmaması, suçlanacak yegâne odak olarak bireyin işaretlenmesi, “dünyanın bireyselliği” (Ted Kaczynski’nin “gayriresmi zorunlu çalışma” dediği şey ve yan etkisi). İki: Bireysel emeğin hiçbir kolektif faydaya tekabül ve delalet etmemesi, rekabet taraflarının giderek küçülmesi, miniskülleşmesi (kurum ya da dükkânlar arasında değil sırf kendini temsil eden bireyler arasındaki rekabet) ve rekabet kazancının bireysel statü, mevki, rütbeden başka bir şey olmaması, “öz markalaşma”nın nüvesi (Zero sum game olarak şirket çalışanlığı). Bu anlamda sermayenin ikinci ruhu, yeni ruhu, politikten ziyade mikropolitik bir bağlama oturur: Tahakkümün dışarıdan içeriye, yukarıdan aşağıya doğru hareket ettiği değil, dışsal tahakkümün içselleştirildiği, yataylıktansa muazzam bir içsel derinlikte işletildiği yeni bir istismar biçimi.

Bu istismarın en açık analizini Mark Fisher yapmıştı ve Chiapello ve Boltanski’nin sistemik bir şekilde analiz ettiği ruhun psikolojik içerimlerini gözler önüne o sermişti tam da, biz de bu içerimleri genişleteceğiz: Artık patrona karşı işçi, ezene karşı ezilen yoktur, yalnızca kendi kendini harcayan, kendine karşı dönmüş, içinde bulunduğu sahanın sahibini hiç görmemiş, zaten bunu hiç umursamamış, canavarsı bir kazanma hırsıyla dolu, kaybetmesi hâlinde ise dünyası başına yıkılan, yaşadığı hayat bir satranç tahtası gibi modellenmiş ve haritalanmış bir hiper memur ya da “girişimci” var. Bu ikinci kriptografidir ve gizlediği şey de şu: Ortaklık, çokluk, komünalite hiçtir ve herkes herkese karşıdır daima. Uygulamalı Hobbesculuk.

İlk kriptogafi sermayenin yayılım ve gelişiminin motoru olarak ücretli emeği ve işletmeleri “herkesin faydası”nın sağlanmasının zaruri koşulu olarak kavratmasıyla iş görüyordu. İkinci kriptografi sermayenin olağanüstü bir gelişimi sonrasında, her türlü iktidar odağının görünmez hâle gelmesiyle birlikte, işçi ya da “para için yaşayan kesim”in rekabeti kişisel bir şey olarak alımlamasına, bu alımlamanın sektörlerin işleme prensibi kılınmasına ve mümkün her türlü merkezi direnişin iktidarın merkezsizliğinden ötürü bertaraf edilmesine yol açarak işliyordu. Üçüncü kriptografi ilk ikisinden daha sinsidir ve makro ve mikro boyutların ötesinde kalan nano boyutu ilgilendirir: Aşkınsal bir devşirme (Tanrı’nın “çalış” buyruğu) ya da doğallaştırılmış bir savaşım (kapitalistik dinamiklerin tarihdışılaştırılması, “ast üst ilişkileri”nin idealizasyonu) değil komplo olarak sermaye. “Kanun: Yalnızca düşündüğüne inan.” Psikotik Platonculuk.

Tıpkı yapay zekâ gibi, komplo teorilerini de kapitalizmden bağımsız düşünmek, aslında düşünüldüğü iddia edilen konuyla ilgili hiçbir şey düşünmemeye eşdeğer. Bugün anlaşıldığı hâliyle komplo teorisi, erken dönem kapitalizm bağlamında filizlenmiş, takriben 1700’lü yıllarda baş göstermiş bir şeydi. Ve en başından beri odağında “elit”ler vardı (Adam Weishaupt’tan Georges Soros’a, tüm o “her şeyi yönetenler”). Dinsel bağlam, komplo teorisinin yaratmış olduğu paranoyaya yakın bir paranoyayı kontrollü bir şekilde körüklemede işlevsel olduğundan (“içimizde dolaşan kafirler”, “dünyada gezinen şeytan” vesaire), komplo teorileri en başta pek etkisizdi ve ancak “yeraltı”nda söz konusu ediliyordu. Ama ne zaman ki semavi dinler, örgütlü her tür din sönümlendi, o zaman komplo teorileri dinin yerini almak suretiyle “bütünsel bilgi”nin analogu olarak iş görmeye başladı. Üçüncü kriptografi bu bilgi türünü ilgilendiriyor ve ilkinin bir sapkınlaştırılmasından ibaret.

Tarihin ta kendisini anlamsızlaştıran ve başlı başına bir zaman teorisi oluşturan komplo teorisinin tarihini resmetmek imkânsız, zira doğası gereği ezoterik bir tarih bu, dolayısıyla sadece etkisini söz konusu etmek yeterli, ama gerekli de: Komplo teorisinin kapsamından bağımsız bir şekilde, bir bilgi olarak ediniminin yarattığı etki, edinilen bilginin her şeyi tanımladığı ve bu bilgiye nail olmanın “her şeyin bilgisi”ne sahip olmaktan ayırt edilemez olduğu düşüncesini aşılamaktır kişiye. Bu da kişiyi tatminkâr bir edilgenlik içinde tutar tabii; her şeyi bilenin herhangi bir şey yapmaya ihtiyacı yoktur. Psödo-politik endorfin diyebiliriz buna.

Bugün komplo teorileri, aynı anda hem bir semptom hem de bir ayakta uyutma aracıdır. Bir semptom: Hiçbir şeyin elde olmadığı bir dünyada, beş dakikada bir değişen bir gündemin içinde, düzensiz bir bilgi akışının nesnesi olarak kişi, hiçbir hâkimiyete sahip olmadığından, teselliyi her şeye hâkim olduğu inancını yaratan, ama dinsel fikriyat gibi demode de olmayan, cool görünümlü bir meşrebi ve hâletiruhiyeyi benimsemekte bulur ki bu da komploculuktur. Bir ayakta uyutma: Olan bitenlerin karmaşıklığının en küçük bir öğesinin dahi basit yani az bileşenli olamayacağına dair kanı, zan, sanrı, olan bitenlerin uç bir yorumunu beraberinde getirmenin yanı sıra, bu uç yorum üzerinden her şeyin anlaşılabilir ama kontrol edilemez olduğu düşüncesini zerk eder ve Elon Musk’ın da büyük bir komplo teorisi hayranı olmasını anlaşılabilir hâle getirir. Tıpkı Hillary Clinton gibi Mark Zuckerberg de bir reptilian’sa eğer, bu konuda yapabileceğiniz bir şey yoktur: Kuramsal bir insomnia içinde yaşamaya sonsuza dek devam edeceksiniz ki mesele de bu.

Kapitalizmin bugününün kriptografisi komplo teorileridir, sermayenin neo-kriptografisidir komploculuk. Yine ölçek bazında konuşalım: İlk kriptografi makroydu, ikincisi mikroydu, üçüncüsü ise nanodur. İlk kriptografi: Sermayenin bir ağ olarak Tanrı’nın buyruklarıyla analojik bir ilişki içerisinde olduğu fikri, sermayenin ilişkisel onanmasıydı; kıyamete dek toprağı ekip biçmekle cezalandırılmış, “çalışmaya mahkûm”, “ölme hakkı” elinden alınmış Adem’in tüccar bir versiyonunun “dış dünya” hayali. İkinci kriptografi: Sermayenin hiçbir Tanrı’yı tanımaması, biyoloji ve tarih bilgisi tarafından sözde onanışı, herkesin herkesin kurdu olduğu, neoliberal bir hiper rekabet ortamına mahal verdi; doğallaştırılmış, diğer bir deyişle genetik kod ve “mazinin içindeki fıtrat”ta kavranan bir “iç dünya” olarak sermaye. Üçüncü kriptografi ise ilk ikisini aşar: Artık diğerkâmlık yanılsaması yok, bencillik spazmı da yok, yalnızca şizofrenik bir dinamik içerisinde, olan bitenler üzerine gerçekleştiren sınırsız spekülasyonun önü alınamaz akışı var ve bu, tıpkı çok konuşmak suretiyle diyeceği hiçbir şey olmadığını gizleyen biri misali, hiçbir şeyin anlamlandırılamamasının öncelikli sebebi. Üçüncü kriptografi: Her şey kontrol altında ve kontrol, mikro ölçekte olduğu gibi, salt bios’u ve historia’yı değil, tüm toplumsal bedeni, socius’un bütününü ilgilendiriyor, bağlıyor; onun gözeneklerine nüfuz etmiş, hücrelerini ele geçirmiş bulunuyor; kaçış yok. Öznenin dünya üzerindeki mevcut ve muhtemel herhangi bir etkisini peşinen ve bizzat reddetmesini sağlayan, bunun kompansesi olarak da onu “her şeyi bilen” konumuna yükselten, eşsiz bir özneleşme kipi.

İlk kriptografi liberalizmin, ikinci kriptografi neoliberalizmin, üçüncüsü kriptografi ise teknofeodalizmin hâkim olduğu kapitalist paradigmada faal (Bu paradigmalara sırasıyla denk düşen ve karşılık gelen patolojiler de nevroz, paranoya ve şizofreni). Sermayenin mistifikasyonu ise doruğuna üçüncü kriptografide çıkar: Sermaye üretiminin işleyişine dair en küçük bir fikir dahi o denli yoktur ki, artık her şey sihirdir, büyüdür, bir “üstün tür”ün işidir, simyadır, “uzaylılar tarafından kaçırılma”dır vesaire. Hiçbir şey o kadar anlaşılmaz ki her şeyi anlamak için yer aranır diyelim. Tipik, basmakalıp ve bayağı Marksist ideoloji kavramının asla açıklayamayacağı, tamamen sistemik bir anomalidir bu; 2008 kriziyle birlikte başlayan daimi destabilizasyonun psişik etkisidir. Komplo teorisi ancak böyle bir dünyada revaçta olabilirdi; tarihin sona erdiği, kümülatif bilginin çözündüğü, hiçbir şeyin yaşanmadığı fakat her şeyin simüle edildiği bir dünya. İdeolojinin çok ama çok ötesindeyiz: Üçüncü kriptografinin olay ufku.