İÇİNDEKİLER // KLOG

Kim korkar heteropesimizmden?

Pınar Üzeltüzenci

Asa Seresin’in 2019 yılında New Inquiry’de yayımlanan “Heteropesimizim Üstüne” (On Heteropessimism) başlığını taşıyan ve yazarın son yıllarda giderek sık gözlemlediği bir olguya dair fikirlerinin kristalleştiği yazısı yeni bir kavram ortaya atmıştı: Heteropesimizm. Çoğunluğu kadın olan cis-heteroseksüellerin romantik ilişkilerinde yaşadığı bitmek bilmeyen haksızlık ve hayal kırıklıkları sebebiyle cinsel yönelimlerine dair yer yer utançla birleşen karamsar bir perspektif ve söylemin Tik tok, Instagram ve Twitter gibi mecralar, Fleabag, Broad City ve Girls gibi diziler sayesinde daha net görünür hale gelmesine atıfta bulunan bu kavram, günümüz toplumsal cinsiyet tartışmalarının sivrilen bir yönünü teşhis etmesiyle hem akademik hem gündelik jargona da hızlıca sızmış ve yazı heteroseksüel olmakla ilgili müzmin bir karamsarlık etrafında kurulan bu söylemlerin ne anlama geldiğinin daha geniş çevrelerce didiklenmeye başlamasına da vesile olmuştu.

Peki tam olarak nedir bu heteropesimizm? Öncelikle bu eğilimin kendini heteroseksüel olarak tanımlayan kişilerde gözlemlendiğinin altını çizmek gerekiyor; yani kuir bir birey istediği kadar heteroseksüelliğin lanetli bir şey olduğunu düşünsün, bu yönelime halihazırda var olan mesafesi nedeniyle heteropesimist olarak tanımlanamıyor. Kişinin hem karşı cinse çekim duyması hem de bu çekimden tabiri caizse utanması ve bu ilişkilenmelerine dair, kendi deneyimlerinin ve başka heteroseksüellerin de anlatılarının katkısı ile, karamsar bir görüşe ve söyleme sahip olması heteropesimizm olarak kavramsallaştırılıyor.

Özellikle #metoo sonrası dönemde feminizmin, iyi veya kötü, ana akım medyada da çokça yer kaplamasıyla birlikte kadınların erkeklerle yaşadığı problemleri daha sık paylaşır hale gelmeleriyle problemlerinin kişisellikten çok uzak olduğunu fark etmeleri, yine nispeten görünür olmaya başlayan LGBTİ+ hareketine aşinalık (ve hayranlık) geliştirmeleri ve heteroseksüel ilişkileri eşcinsel ilişkilerle karşılaştırmaya başlamalarıyla birlikte gelen ‘biliyorum ama yapıyorum’ utancına sosyal medyada yapılan istismar ifşalarının çokluğu, bu ifşalara erkeklerden ve toplumun genelinden gelen sert tepkiler sonucu çöken bir kötümserlik eşlik ediyor. Heteroseksüellikten utanmanın, heteroseksüel olmaktan şikâyet etmenin elbette anlaşılır sebepleri var; zira heteroseksüel normatif kültür paylaşılan kötü deneyimlerinin ‘tüm bunlara rağmen neden hala o adamla berabersin’ veya ‘sen de ona yüz vermeseydin’ şeklinde zuhur eden, yaşadığımızın hatta travmaların bizim suçumuz olduğunu ima eden bir kültürdür. Bu kültürün sırf arzularımız yüzünden yaşantımızı tehdit ediyor olması elbette bizi kötümserliğe sürükleyebilir. Velhasıl heteropesimizmi, paylaşılan geniş anlamda bir tarihselliğin ortak keşfi karşısında duyulan ‘böyle gelmiş böyle gider’ umutsuzluğu olarak özetlemek mümkün görünüyor.

Evet, heteropesimizim genelde heteroseksüel kadınların söylemlerinde fark ediliyor ancak onlarla sınırlı kalmıyor. Bazı yazarlar heteropesimizmin erkeklerde de belirgin bir şekilde gözlemlendiğini iddia ediyor. Kadınların aşırı feministleştiğinden, erkek düşmanlığının yükselmesinden, kadın düşmanı ilan edilme korkusu yüzünden kadınlara yaklaşamadıklarından şikâyet eden ana akım erkek söyleminin yanında giderek popülerleşen incel hareketini düşünün; bu gruplarda da bir çeşit heteropesimizmin izini sürmek mümkün görünüyor. Ancak bu ortak karamsarlık içinde önemli nüansları gözden kaçırmamak şartıyla: Kadınlarla ilişki kuramadıkları için kadınları suçlayan incel erkekler ile partnerleriyle yaşadıkları sistematik sorunlar yüzünden umutsuzluğa kapılan heteroseksüel kadınlar arasında eşit bir paralellik elbette kurulamaz. Patriyarkanın erkekleri de mutsuz ettiği doğru olmakla birlikte onlara aynı zamanda, kadınların artık kendi kararlarını verme şansına sahip olmaları yüzünden yalnız kaldıklarını iddia edecek derecede cahil kalma özgürlüğü de dahil olmak üzere, başka birçok avantaj da sağladığı görmezden gelinemez. Yine de heteropesimizim, sorunu bir doğa kanununa, kadınlık yahut erkeklik gibi bir öze indirgediği, değişmez, hareket ettirilemez, çözülemez blok olarak gördüğü ve patriyarkanın dünyanın kendisiyle birlikte gelen verili bir yapı değil, tarihsel ve sosyal olarak inşa edilmiş bir sistem olduğu gerçeğini pas geçtiği için eleştiriliyor. Aslen sistematik ve politik kökleri olan heteroseksüel hayal kırıklıklarını, sevilen, arzulanan partner tarafından geldiği ve yakıcı bir dolaysızlık ile deneyimlendiği için davranış bozukluklarına indirgemek daha kolay olabiliyor. Bu da Seresin’in de tespit ettiği üzere heteropesimistlerin, genellikle pişmanlık, utanç veya umutsuzluk ifadesi ile kendini gösteren, heteroseksüellik ile performatif sayılabilecek bir mesafelenme kurmaktan ibaret kalmalarına sebep oluyor. Bu pişmanlıkların performatif olarak görülmesinin sebebi söylemsel olarak kalması ve şikâyet edenlerin çoğu zaman heteroseksüel kültürü terk etmediği gerçeği.

Heteropesimizmin doğup serpildiği yerse sosyal medya. Kullanıcıların, çoğu zaman, maddi bedeller ödemek zorunda kalmadan kolaylıkla kimliksizleşebildiği yahut kimlik mübadelesi yapabildiği alanlar olarak sosyal medya platformları, bu tip performanslar için de verimli bir yer olageliyor. Seresin’i çoğu heteropesimistin ‘kötü hetero’ olmadığını gösterme performansını sosyal medyada sergilediğine değiniyor. Bu noktada heteropesimizmin tarih ve teori bilgisine erişimi olan okumuş eğitimli beyazların düştüğü bir durum olarak kavramsallaştırılan “beyaz suçluluk duygusu (white guilt)” kavramıyla olan benzerliği akla geliyor. Ancak kişinin kendini beyaz veya heteroseksüel kültürden performatif mesafe koyma mekanizmalarıyla kurtarmaya çalışması gelişme kaydetmek gibi görünse de aynı zamanda bu kültürün içinde kalarak çizdiği çıkışsız ve kötümser portreyi düşünürsek burjuvazinin o eski ‘insanlar değişmez’ ideolojisine olan yakınlığını da görünür kılıyor. Seresin bu durumu ‘sorumluluktan kaçmak’ olarak yorumluyor zira adil bir dünya için kişisel gelişimin yeterli olmadığı malum. Asıl problemin heteroseksüellik değil kapitalist patriyarka olduğunu unutmamak ve heteroseksüellerin duyduğu suçluluk duygusunun arkasını eşeleyerek patriyarkanın hangi ayaklarını destekledikleri konusunda süregelen bir mücadeleye girmek şart görünüyor. Zira ataerkil ve hetero-normatif güç ilişkileriyle hem duygusal hem de bilinçli bir uyumluluğa dair kötümser bir nostaljinin kimseye faydası yok.

Bu noktada bu kötümserliğin ilerici bir şeymiş gibi görünen yüzünün berisinde, tam da bu değişime olan inançsızlığı pekiştirme ve yayma potansiyeli yüzünden kapitalist piyasaya uyumluluğunun yattığından bahsedilebilir. Seresin, kapitalist patriyarkanın norm olarak dayattığı evlenme ve mülk sahiplenmeye karşı şüpheci olması yüzünden heretopesimizmin ilk bakışta bir isyan olarak da okunabileceğini söylüyor ancak bu bahsi geçen iyi yaşam şartlarının marjinal gruplardan hali hazırda esirgenmiş olması sebebiyle, herkesin esenliği için radikal bir karşı çıkışa dönüşmediği, marjinalleştirilmiş gruplarla bir dayanışmaya teşvik etmediği sürece bireysel bir avantajlı konum yani ‘iyi yaşam’ nostaljisinden öteye geçemeyeceğini de ekliyor. Seresin’e göre bu tip bir piyasaya uyumlu kötümserliğin yapacağı tek şey kadın arzusunun dile getirilmesini susturarak kadın düşmanlığını güçlendirmek olacaktır: “Heteroseksüellikle ilgili sürekli hayal kırıklığına uğramak, heteroseksüel kültürü daha iyiye doğru değiştirme imkanını reddetmek demektir.” Heteropesimizm, devam eden bir adaletsizlik ve hayal kırıklığı geleneği karşısında verilebilecek bir tepki olabilir ancak her gün binlerce kadının en yakınındaki erkekler tarafından öldürüldüğü dünyamızda bir şeylerin değişeceğine dair böylesi bir umutsuzluk en hafif tabirle sorumsuz ve feminist olmayan bir duruştur.