İÇİNDEKİLER // KLOG

Kim bu Elena Ferrante?

Özlem Köyoğlu

“Lila, ben ilkokul bire giderken birden hayatımda belirdi ve çok kötü yürekli bir kız olduğundan beni hemen etkiledi. O sınıfta hepimiz biraz kötüydük ama bunu sadece Oliviero öğretmen görmediğinde yapardık. Lila ise daima kötüydü. Bir seferinde kağıt havluyu parçaladı, bunları önce mürekkep şişesinin deliğine soktu, sonra kalem ucuyla yakalayıp üzerimize fırlattı. İki kez saçıma, bir kez beyaz yakama geldi bu mürekkepli kağıtlar. Öğretmen hepimizi korkutan iğneli, uzun ve sivri sesiyle kendine özgü o haykırışıyla bağırdı ve hemen tahtanın arkasına cezaya gitmesini emretti. Lila söz dinlemedi ve hatta korkmuş gibi bile görünmediği gibi mürekkebe batmış kağıtları çevresine atmayı sürdürdü.

O zamanlar tahminen kırkını yeni geçmiş bile olsa bize çok yaşlı görünen iri cüsseli Oliviero öğretmen onu tehdit ederek kürsüden inerken kim bilir neye takıldı, dengesini yitirdi ve gidip yüzünü bir sıranın sivri köşesine çarptı. Ölü gibi serildi kaldı zemine. Sonra ne oldu hatırlamıyorum, tek hatırladığım öğretmenin koyu renk bir bohça gibi yerde yatan devinimsiz bedeni ve Lila’nın onu ciddi bir ifadeyle seyredişiydi.

Aklımda bunun gibi pek çok kaza kalmış. Çocukların ve büyüklerin sıklıkla yaralandığı bir dünyada yaşıyorduk; yaralardan kan akar, iltihap toplardı; kimi zaman da ölürdü insanlar. Bayan Assunta’nın kızlarından biri çiviyle yaralanıp, tetanostan ölmüştü. Bayan Spagnuolo’nun en küçük oğlu boğmaca yüzünden can vermişti. Kuzenlerimden biri yirmi yaşındayken bir sabah, küreğiyle enkazda çalışmaya gitmiş, akşam ağzından ve kulaklarından kan gelesiye ezilerek ölmüştü. Annemin babası inşaatta çalışırken aşağı düşmüş, hayatını kaybetmişti. Bay Peluso’nun babasının bir kolu yoktu, çünkü beklenmedik biçimde tornaya kaptırmıştı. Giuseppina’nın ablası, Bay Peluso’nun karısı yirmi iki yaşındayken veremden ölmüştü. Don Achille’nin -hiç görmesem de sanki hatırlarmışım gibi hissettiğim- büyük oğlu savaşa gitmiş, iki kez ölmüştü; önce Pasifik Okyanusu’nda boğulmuş, sonra da köpekbalıklarına yem olmuştu. Melchiorre ailesinin tamamı, birbirlerine sarılmış olarak, dehşet çığlıklarıyla bombardıman altında can vermişti. Yaşlı Bayan Clorinda hava yerine gaz soluyarak gitmişti öteki dünyaya. Biz ilkokul birdeyken dördüncü sınıfa giden Giannino günün birinde el  bombası bulup ona dokunduğu için can vermişti. Avluda birlikte oynamış olabileceğimiz ya da öyle olmayıp sadece bir isim olarak kalmış olan Luigina’yı öldüren ise lekeli hummaydı.  Dünyamız böyle bir yerdi, öldürmekle ilgili kelimelerle doluydu: boğmaca, tetanos, lekeli humma, gaz, savaş, torna, enkaz, iş, bombardıman, bomba, verem, iltihap. Ömrüm boyunca bana eşlik etmiş pek çok korkuyu bu kelimelere ve o yıllara bağlıyorum.

Sıradan görünen şeyler yüzünden de ölünebilirdi. Mesela terlersen ve önceden bileklerini ıslatmadan musluktan soğuk su içersen ölebilirdin : bedenin minik, kırmızı beneklerle dolar, öksürük tutardı ve bir daha soluk alamazdın. Vişne yer de çekirdeğini tükürmezsen ölebilirdin.  Sakız çiğner de yanlışlıkla yutarsan ölebilirdin. Ama olur da şakağına bir darbe alırsan ölüm kaçınılmazdı. Şakak çok kırılgan bir noktaydı ve buna hepimiz dikkat ederdik.Bir taş gelmesi yeterliydi ve taş atmak hayatın bir parçasıydı. Okul çıkışında köylü oğlanların oluşturduğu bir çete beklerdi bizi, başlarında manav Assunta’nın oğullarından biri olan Enzo (ya da Enzuccio) olurdu ve bizi görünce taş atmaya başlarlardı. Biz kızlar onlardan daha akıllı olduğumuz için onurlarının kırıldığını düşünürlerdi. Taşlar yağmaya başlayınca hepimiz kaçışırdık ama Lila bunu yapmaz, normal adımlarıyla yürümeyi sürdürür ve hatta bazen de dururdu. Taşların izlediği yolu sezmekte çok başarılıydı ve bugün zarif diyeceğim sakin bir hareketle hepsini savuştururdu. Bir ağabeyi vardı ve ne bileyim, belki ondan öğrenmişti; benim erkek kardeşlerim küçük olduğundan öğrendiğim bir şey yoktu. Lila’nın geride kaldığını fark ettiğimde çok korksam da durur onu beklerdim.

Daha o zamandan onu terk etmemi engelleyen bir şeyler vardı. Lila’yı iyi tanımıyordum, sınıfın içinde ve dışında sürekli yarış halinde olsak da onunla tek bir kez konuşmuşluğumuz yoktu. Ama bulanık bir düşünçeyle, öteki kızlardan kaçarsam onda bana ait olan ve bir daha asla iade etmeyeceği bir şeyi terk edecekmişim gibi hissederdim.

Onun hakkında çok fazla şey bilmiyoruz. Bildiklerimiz de bilmemize izin verdikleriyle sınırlı. Yaşı yetmiş civarında, Napoli’de doğup büyümüş ama çeşitli sebeplerle farklı ülkelerde yaşamış olduğuna dair söylentiler de var. Yazı masasında illüstratör Mara Cerri’nin bir çalışması, baykuşa benzeyen küçük bir taş, özel kutusu içinde saklanan antika bir yelpaze, çocukken sokakta bulup ömrü boyunca her gittiği yere taşıdığı metal, kırmızı bir tıpa var. Yazarken ara ara kafasını kaldırıp, yanında bir çocukla açık bir pencerenin önünde kitap okuyan bir kadını tasvir eden Matisse tablosuna bakmayı seviyor. Bu tablonun orijinal olup olmadığından emin değiliz yine de canlandırdığı sahneyi gözümüzün önüne getirebiliyoruz. Öte yandan onun imgesi 1800’lerin sonunda yapılmış bu resim kadar net değil zihinlerimizde. Cinsiyetinden bile tam olarak emin değiliz. Büyük olasılıkla kadın ama erkek olduğunu söyleyenler de var. Hakkındaki tartışmasız tek gerçek yaşadığımız yüzyılın en tanınmış ama aynı zamanda hakkında en az şey bilinen yazarı olduğu.

Elena Ferrante’den bahsettiğimizi sadık okurları anlamıştır. Adı kendisini zirveye taşıyan dört ciltlik Napoli romanlarının baş karakterlerinden biriyle aynı olan bu gizemli yazar, içinde bulunduğumuz yüzyılın edebiyatına damgasını vuran en önemli isimlerden. Ancak hakkında o kadar çok soru işareti var ki araştırmacılar onun gerçekte kim olduğunu bulmak için kitaplarının farklı çağdaş yazarlarla karşılaştırıldığı uzun dönemli seminerler düzenliyorlar. Adına paneller ve etkinlikler yapılıyor. O ise bu etkinliklere gerekli görürse yayıncılarını ya da yerine imza vermesi için eserlerini ingilizceye çeviren Ann Goldstein’ı gönderiyor. New Yorker editörü de olan Goldstein bu yüzden hiçbir çevirmenin hayatı boyunca yaşayamayacağı bir üne sahip. Ferrante yüz yüze röportaj vermiyor, yazılı röportajları sınırlı sayıda. 2018 yılında Guardian için yazdığı ve bir yıl sonunda sona erdirdiği haftalık yazıları dışında gündemle ilgili yorumlarda bulunmuyor.

Edebiyat tarihçileri ve akademisyenler kitapları üzerine çok ciddi çalışmalar hazırlıyor. Yeri geldiğinde onlarla yazılı olarak iletişim kurabiliyor. Tuttuğunu koparan araştırmacı gazeteciler çalıştığı yayınevinin para transferlerini takip ederek benzerini polisiye filmlerde gördüğümüz bir çalışmayla gerçek kimliğine ulaşmaya çalışıyor. Ortaya çıkarılan her ismin kendisi olmadığını açıklayarak konuyu kapatıyor. Okurları da son on yılda hayranlığın ötesinde müptela oldukları bu ilginç yazarı yaşanan tüm karmaşaya rağmen olduğu gibi kabul ediyor.

“Eylemim beni gizliyor”

Konu Elena Ferrante olunca adını anmak için her zaman birden fazla sebep bulmak mümkün. Bu aralar konuşulan konu ise bir grafik roman. Ferrante’nin Napoli serisinin ilk romanı ‘Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım’ ekim ayının ikinci haftası grafik roman olarak raflarda yerini alacak. Çalışmaya imza atanlar ise yazarın hem çok güvendiği hem de daha önce birlikte çalıştığı iki önemli isim.

Bunlardan ilki hikayeyi grafik romana uyarlayarak yeniden yazan Chiara Lagani. Lagani oyun yazarı, çevirmen ve oyuncu. Daha önce Ferrante’nin Napoli Dörtlüsü’nü sahneye uyarlamış ve büyük ilgi görmüştü. Hikâyeyi resimleyen Mara Cerri ise Ferrante’nin ‘Kumsalda Bir Gece’ adlı çocuk hikayesinin çizimlerini ve yazarı anlatan ‘Ferrante Fever’ adlı belgeselin animasyonlarını hazırlamış olan ünlü bir İtalyan illüstratör. Ferrante’ye kişisel yakınlığıyla da biliniyor. Elena Ferrante’nin kadim yayınevi Europa etiketiyle piyasaya çıkacak olan çalışmanın tanıtım videosu kısa da olsa çalışmanın detaylarını ortaya koyuyor. Renklerin seçiminden çizgilere kadar orijinal hikayeye sadık kalarak hazırlanan bu 360 sayfalık grafik romana belli ki çok özen gösterilmiş.

Şimdilik bu çalışmanın serinin diğer romanlarıyla devam edip etmeyeceğine dair bir bilgi yok. Dörtlünün ilk romanı kendi içinde bir bütünlük taşıdığı için tek başına yayınlanması sorun değil. Yine de söz konusu Ferrante olunca hayranları asla azla yetinmek istemiyor. 2017 yılında gösterime giren ‘Ferrante Fever’ belgeselinde de söylendiği gibi Ferrante’nin okurları üzerinde yakıcı bir etkisi var. Bu durum hikayenin çıkışının üzerinden kısa bir süre geçmiş olmasına rağmen farklı platformlarda hayat bulmasının en önemli nedeni. 

Kadın dünyasına bir bakış

Grafik romana konu olan Napoli Dörtlüsü’nün ilk kitabı ‘Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım’ İtalya’da ilk olarak 2011 yılında yayınlandı. Bir yıl sonra da ingilizceye çevrildi. Serinin son kitabı ‘Kayıp Kızın Hikayesi’ yayınlandığında ise tarihler 2015’i gösteriyordu. Bu süre içerisinde yazarının isteğiyle kitaplarla ilgili bir tanıtım yapılmadı. Ancak fısıltı gazetesi yoluyla ünlenen bu güçlü romanlar yayınlamasının ardından 10 yılı biraz geçmiş olmasına rağmen radyo oyunu, tiyatro oyunu ve 32 bölümlük bir HBO dizisi haline geldi. 48 dile çevrilerek milyonlarca kopya satan kitaplar eleştirmenler, akademisyenler ve edebiyat dünyasının önemli isimleri tarafından da çok beğenildi. Kitaplara dair yapılan tek eleştiri kapaklarının son derece sıradan ve ucuz romanları anımsatan çalışmalar olarak hazırlanmasıydı. Yayınevi ise böylesi önemli bir edebiyat eserini sıradan okurlara onları korkutmadan sunmak için bilinçli olarak böyle yaptıklarını açıklayarak konuyu kapattı.

Ferrante kadın dünyasını daha önce benzeri görülmemiş bir açıklık ve yeri geldiğinde dobra bir hoyratlıkla anlatan farklı bir yazar. Basit hikayelerinin derinliği, okurlarının onunla kurduğu özel ilişki ise onun anlattıkları kadar anlatım biçimiyle de ilgili. Anne kız ilişkilerinden, kadınların gündelik yaşam içerisindeki yerine, annelikten kadın erkek ilişkilerine kadın dünyasına ait tabu olarak kabul edilen pek çok konuyu büyük bir açıklıkla ele alıyor yazar. Grafik romanı hazırlayan Cerri ve Lagani hikayelerdeki bu duruşu bozmadan devam ettirmeye çalışmış. Bu yüzden kitabın özüne dokunmadan hikayenin farklı açılarını ele almışlar. İllüstratör Cerri çizimleri yaparken kitabı televizyona uyarlayan yönetmen Saverio Costanzo’nun öne çıkardığı karanlık, vahşi ve gizemli dünyayı da kullandığını söylüyor.

Ferrante’nin Napoli’si

Elena Ferrante’nin Napoli Romanları 1950’li yıllarda başlayıp 2000’li yıllara uzanan ve elli yıldan fazla süren bir arkadaşlığın hikayesi. Napoli’nin fakir mahallelerinden birinde yaşayan Lila ve Lenu’nun arkadaşlığını sondan başlayarak anlatmaya başlıyor Ferrante. Lila 66 yaşındayken bir gün ortadan kayboluyor ve işe yaramaz oğlu onu bulmak için annesinin yakın arkadaşı yazar Elena Greco’ya yani Lena’ya ulaşıyor. Arkadaşı Lila’nın hayatı boyunca bir gün ortadan kaybolmayı hayal ettiğini çok iyi bilen Lenu oğlana bu durumu kabullenmesini, annesinin geri gelmeyeceğini söylüyor. Ancak geçmişe dönüp hikayelerini kaleme almaktan da kendini alamıyor.

İki kız çocuğunun yarım yüzyıllık yaşanmışlığını takip eden romanların bir diğer kahramanı da Napoli. Ferrante sokakları, mafyası, sefaleti, zenginliği ve tüm iniş çıkışlarıyla doğup büyüdüğü şehri kitaplarının önemli bir parçası haline getirmiş. Bunu yaparken de sıradan bir hikayenin sınırlarını aşıp işçi hareketinden sınıf bilincine İtalya’nın yakın dönem toplumsal ve siyasal tarihini ustaca ele almış. Grafik roman da yazarın çok önemsediği bu öğeleri çizgili dünyaya aktarıyor. “Hikâyenin anlatımı ve tekniğinin kitaptakiyle aynı nitelikte olmasını istedim” diyen Mara Cerri bu yüzden sadece kağıt ve mürekkeple çalışmış. Lagani ise ‘Benim Olağanüstü Akıllı Arkadaşım’ın metnini hazırlarken yazdıklarının Cerri’nin çizimleriyle uyumlu olmasına dikkat etmiş.

Önümüzdeki günlerde ülkemizde de yayınlanması beklenen grafik romanın büyük bir ilgi uyandıracağı kesin. Ancak bu yeni ve farklı çalışmanın Ferrante’nin fanatik hayranlarına yeteceğini düşünmek zor. Okurları onun bir yerlerde yeni hikayeler yazdığını bilerek beklemeye devam edecek. Ferrante’nin kimliği de sanırız yaşadığı süre boyunca ve belki de sonrasında hep gizli kalacak.