İÇİNDEKİLER // KLOG

Gönüllü yabancılar:

‘Il Posto’

İtalyan neo-gerçekçi yönetmen Ermanno Olmi’nin ikinci uzun metrajlı filmi Il Posto (1961) ekranda beliren bir cümleyle başlar: “Büyük kentin çeperindeki kasaba ve köylerde yaşayanlar için Milano her şeyden önce işyeri demektir. Her sabah aynı hikâye.” Bu açıklama, ikinci dünya savaşı sonrası İtalya’sında hayatın kapitalist yeniden düzenlenmesinin altını çizmenin yanı sıra filmin zaman ve mekân açısından ele aldığı keskin ikilikleri de özetler. Film boyunca Lombardiya’nın periferisinde yaşayan, muhtemelen 18 yaşından büyük olmayan genç kahramanımız Domenico’nun, Milano şehir merkezine, işçiliğe ve yetişkinliğe aynı anda dahil oluşuna tanık oluruz. Domenico’nun kırsaldan kente, gençlikten yetişkinliğe, aylaklıktan işçiliğe, dolayısıyla sömürüye yolculuğu temiz modern binalar ve onların iç mekânları arasındaki bitmek bilmeyen geçişlerin şehrin kaotik ve kalabalık sokaklarıyla örtüştüğü bir atmosferde sunulur. Bu anlamda Il Posto modernist bir filmdir; modern kenti mükemmel bir fon olarak kullanır ve kente içkin kent-kır, özel-kamusal, iş-boş zaman gibi zıtlıkları öne çıkarır. Film aynı zamanda kapitalizmin mekânı statüko lehine nasıl düzenlediğini, öznelerini nasıl insanlıktan çıkardığını ve nasıl yabancılaştırdığını ortaya koyan, güçlü bir Marksist eleştiridir. Bu minvalde İtalya’nın İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda faşist rejimin yıkılmasının ardından cumhuriyet demokrasisi olma yolunda tam bir reform dönemine girdiği, NATO ittifakının kurucu üyelerinden (1949) ve Birleşmiş Milletler’in ilk üyelerinden (1955) olduğu ve bu süreçte ABD’nin Marshall Planı aracılığıyla neoliberal kapitalist ekonomiye geçiş yaptığı bilgisin filmin arka planı oluşturduğunu akılda tutmak önemlidir.

Modernizmin şekil ve boyutları

Il Posto, modern Avrupa kentinin dönüşümünü Milano üzerinden izler ve filmdeki modernizm, özellikle zaman ve mekânı ele alışında belirginleşen ikilikler aracılığıyla vurgulanır. Örneğin Domenico’nun ailesi ve kardeşiyle birlikte yaşadığı ev, yoksul bir sitede yer alan, odaları çok amaçlı kullanılan oldukça küçük bir apartman dairesidir: Mutfak sadece bir mutfak değil, aynı zamanda bir yatak odası (Domenico burada uyur) ve bir çalışma alanı (Domenico’nun kardeşi burada ders çalışır) olarak da işlev görür. Bu anlamda bu mutfak, günlük döngülerin birbirine karıştığı çoklu zaman ve mekân kavramlarına ev sahipliği yapar: Filmin en başında, Domenico henüz uykudayken mutfağın kapısından Domenico’nun babasının işe gittiğini görürüz; annesi yemek yapıyor, kardeşi de aynı yerde ders çalışıyordur. Domenico’nun annesinin eşine söylediği şu sözlerden anlarız ki mekân kadar zaman mefhumu da oldukça kıymetli ve nadir bulunan bir şeydir: “Zaman bulabilirsen, markete uğra lütfen.”

Bu açılış sahnesinde Domenico, şehir merkezinde bir iş görüşmesi olduğu için annesi tarafından her zamankinden daha erken uyandırılmıştır. Bu bize Domenico’nun işe ulaşmak için zaman gibi mekânı da değiştireceğinin ipucunu verir ama Domenico uyanmakta zorlanır çünkü battaniyenin altında hayal kurmaktadır ve birdenbire emeğin zamanına ve mekânına atlamak zor görünmektedir. Ancak işçi sınıfının bir üyesi olarak Domenico işe girmek istiyorsa bu evrensel zaman anlayışına uyum sağlamak zorundadır.

O kayıtsız bir tavırla evden çıkarken, evin bulunduğu mahallenin düzensizliğini ve sakinlerinin birbirlerine rastlayabilmelerini mümkün kılan asimetrik boş alanlarla dolu olduğunu görürüz. Buna karşın kent merkezi son derece düzenlidir ve acelesi olan insanlarla doludur. Bu zıtlık, kırsal ve kent arasındaki ulaşım türlerine de yansır. Kırsal mahallede traktörler ve at arabaları varken şehirde insanlar tramvayı kullanmaktadır. Bu iki farklı evreni, kır ile kenti birbirine bağlayan ara ulaşım aracı ise elbette trendir: İnsanlar kente trenle gidip gelir. Sanayi devriminin simgesi olan tren, aynı zamanda modernizmin başlangıcını temsil eden evrensel, standartlaştırılmış bir zamanın başlangıcını da mimler. Bu anlamda filmde tren, dakiklik vurgusuyla moderniteye ve kente geçişi sembolize eder. Trenler, dolayısıyla zamanın kesinliği, aynı zamanda rasyonelliğin de simgesidir ve bu anlamda Domenico trene binerek rasyonel bir seçim yapar veya en azından rasyonel bir yere doğru yol alır. Dağınık zaman ve mekân anlayışını geride bırakır ve modern dolayısıyla yabancılaşmış mekâna doğru yolculuğuna başlar.

Rasyonel mekânlar

Zaman ve mekânın modern organizasyonunda hareket temel bir bileşendir. Il Posto’da da hareket, film anlatısının önemli bir parçasıdır. Domenico iş görüşmesine gitmek üzere evinden ayrılır ayrılmaz kendini sürekli hareket halinde bulur. Onu şehre taşıyan ve hiç durmayan trenlerden dükkanlarda bir şeyler yiyip içmek ve sokaklarda yürümek için acele eden insanlara kadar her şey zamanın yeniliklerini yakalamak için acele ediyor gibidir. Ayrıca şehir merkezinde değişimi yansıtan bazı inşaat alanları da görürüz. Devam eden bu inşaatlar doğanın evcilleştirilmesi ve nesneleştirilmesinin işaretleri olarak da görülebilir. Savaş sonrası İtalyasının endüstriyel modern bir ülkeye dönüşümünü temsil eden inşaat alanları, kafeler, dükkanları dolduran kalabalıklar ve hareket halindeki şehri tekrar tekrar gösterilir. Koşturan insanlar iyi giyimli, çalışan, hepsi bu dönüşüme katkıda bulunan ve ülkeyi yeni bir çağa taşıyacak iş bölümünde pay sahibi olan insanlardır. Ancak bu resim aynı zamanda kişisel-özel hayatların yokluğunu da ima eder, herkes birer robot gibi yeni makineleşmiş bir dünyaya uyum sağlamaya çalışır. Bu yeni mekânda her şey farklı, daha hızlı ve belirli kurallara göre işler. Georg Simmel’in düşüncesindeki metropol kavramına ithafla, filmdeki Milano’nun bir metropol olarak metaforik anlamda nasıl bir labirent gibi açıldığını görürüz. Simmel’e göre metropolde her şey para tarafından koşullandırılır. Onun deyimiyle bir ‘actus purus’ olan para, metropol hayatının temposunu belirler ve her şey onun etrafında düzenlenir (Simmel, 2019). Filmdeki Milano’da, Domenico’nun kendisi de dahil olmak üzere, şehirdeki işlerine zamanında yetişmeye çalışan insan kalabalığının akışını görürüz ki bu da paranın burada otorite olduğunun açık bir kanıtıdır: Vakit nakittir.

Rasyonellik aynı zamanda şehrin modernist mimarisi aracılığıyla da yansıtılır. Domenico’nun Milano’daki işyeri çok iyi yapılandırılmış ve keskin bir mimariye sahiptir. Burada mekân, çalışanları, işçi sınıfını kontrol etmeyi kolaylaştıracak şekilde düzenlenmiştir. Tıpkı zamanı bölmek gibi, mekânları bölmek de mekânı ve içindeki insanları kontrol etmeyi kolaylaştırır.

Binanın düzeni, yeni modern şehirlerde ve iş yerlerinde iktidarın nasıl işlediğini yansıtır: Hiyerarşik, disiplinli ve çoğu zaman gözlerden uzak, oda içinde odalar ve bir ofisten diğerine uzanan uzun koridorlar. Halihazırda bu iş yerinde çalışan insanlar işçi adaylarına son derece resmi ve otoriter bir şekilde davranır, ancak onların da hesap vermeleri gereken daha yüksek bir otoritenin olduğu çok açıktır. Buranın iş ahlakını içselleştirdikleri, soğuk ve disiplinli bir şekilde işi her şeyin üstünde tuttukları da. İktidar küçük birimlere bölünmüş, işçileri de otoritenin mikro taşıyıcıları haline getirmiştir.

Mülakat boyunca Domenico ve diğer tüm işçi adayları odadan odaya götürülür ve bu odaların her birinde farklı testlere tabi tutulurlar. Her testin işçilerin sınıflandırılmasını ve dolayısıyla tabi kılınmasını amaçlayan bir güç gösterisi olması nedeniyle, her testin başka bir odada yapılmasının bir disiplin yöntemi olduğu ortadadır. Testlerin amacının tam olarak bu olduğu görülebilir: Geleceğin işçisinin iktidarı içselleştirmesi gerekmektedir. Mekân, kişinin modernitenin tarafına geçmek için aşması gereken engellerin sembolüdür. Adaylar sayılara indirgenir ve saçma sapan parametrelere göre sınıflandırılırlar. Bu muamele aynı zamanda adaylar hakkında bilgi üretmenin bir yolu olarak da okunabilir: Beyaz önlüklü adamların, adayların testte nasıl performans gösterdiklerini gözlemlerken not defterlerine bir şeyler yazdıklarını görürüz. Bu şekilde, potansiyel tüketicilerin yanı sıra potansiyel üreticiler (işçiler) hakkında da veri toplanır.

Yabancılaşma

Kent ve kır yaşamının keskin çelişkileri, Marksist anlamda işçilerin emekleriyle yaşadıkları yabancılaşmayı da vurgular. Nitekim filmin temelde yabancılaşma üzerine olduğu rahatlıkla söylenebilir. Domenico’nun şehirde kendini dışlanmış hissetmesi, yetkililerin başvuru sahipleri karşısındaki davranışları, işçilerin işlerinde birbirlerine ve patronlarına farklı davranmaları bu yabancılaşmayı yansıtır. İlk olarak mülakatın kendisi, başvuru sahiplerini homojen bir çöp yığını olarak görerek onları insanlıktan çıkarması bakımından oldukça yabancılaştırıcıdır. Bu mülakat zaten işin kendisinin kişinin insanlığını da sileceğinin sinyallerini verir. 

Bu Marksist yabancılaşma eleştirisi Domenico’da da kişisel düzeyde ortaya çıkar. İşe girer girmez yavaş yavaş metropol yaşamının içine çekilir. Kısa sürede nasıl yaşlı işçilerden biri haline geldiğine, patronlarının söylediklerini yapmaya nasıl hevesli olduğuna tanık oluruz. Hatta “eski moda Domenico”yu geride bırakıp “yeni” hayatına doğru yol almak için annesiyle alışverişe çıkıp modaya uygun bir trençkot satın alır ve görünüşünü bile iste değiştirir. Burada Simmel’in modanın modernleşmede oynadığı rol hakkındaki düşüncelerine başvurulabilir. Simmel’e göre moda, modern toplumda soyutlanma biçimi nedeniyle bir meta haline gelmiştir. Şeylerin toplumsal çatışmaların etkisinden soyutlanması parçalanma ile sonuçlanır ve parçalanmışlık metalaşmanın en üst niteliğidir. Şeyleri soyutlayarak ve parçalayarak, tıpkı yukarıda bahsettiğimiz zaman ve mekânda olduğu gibi, metaya dönüştürmek daha kolaydır zira bu şekilde belirli koşullarla olan ilişkileri de ortadan kaldırılmış olur. Artık bir meta olduğu için, taşıdığı değişim değeri modanın toplumsal bir eşitleyici olarak işlev görmesini sağlar. Dolayısıyla Domenico’nun kendisine yeni ve modaya uygun bir palto almasında onun metropol hayatının bir üyesi olma arzusunun ne kadar güçlü ama yüzeysel olduğuna da tanık oluruz.

Tekrar ve sıkıntı

Film, Domenico ve diğer işçileri, iş bulma uğruna kendilerinden uzaklaşan ama bunun sonucunda yabancılaşan ve mutsuzlaşan insanlar olarak sunar çünkü bu işçiler arasındaki rekabet düşmanca bir şekilde işler. Bu, Simmel’in “Bıkkın tavır” (die Blasiertheit) olarak adlandırdığı modern insan durumudur. Bu tutum, metropol insanının kaotik şehirde çeşitli ve hızlı değişen farklı uyaranlara maruz kalmasıyla ortaya çıkar ve insanı hissizleştirerek etrafında olup bitenlere tepki veremez hale getirir. Bu metropol insanı son derece bireyseldir, kendi işine bakar ve başkalarıyla kaynaşmayı tercih etmez.

Filmin sonuna doğru Domenico işe alışıp yavaş yavaş makinenin bir parçası haline gelirken, biz de oradaki eski işçilerin günlük rutinlerini gözlemleme şansı buluruz: Mutsuz, yaşlı ama yine de birbirleriyle rekabet halinde. Çok etkileyici bir sahnede, işçilerden biri öldükten sonra diğer işçiler onun masasına geçebilmek için kavgaya tutuşurlar. Bu yabancılaşmış işçilerin hepsi, hiçbir şeyin değişmediği ve mekanik gündelik hareketleri tekrarlamaktan başka hiçbir anlamın oluşmadığı ebedi bir çalışma durumunda, arafta sıkışıp kalmış gibi görünmektedir. Bu tekrar eden durum, kapitalist modernizm için elzem olan süreklilik ilkesine işaret eder. Gösteri oyunculardan daha önemli ve gösterinin devam etmesi için bireylerin feda edilmesi önemsiz bir ayrıntı haline gelir.

Il Posto, işin ve hayatın zaman ve mekânı arasında sıkışan, kendi inşa ettiği çevreye yabancılaşmış insanları üreten kapitalizmin dönüştürücü gücü üstüne bir film. Filmin içerisi-dışarısı, merkez-çevre, yeni-eski, kent-kır gibi ikiliklerin altını çizme biçimi, iktidarın nasıl üretildiğini gösterirken iktidarın da zaman ve mekânı nasıl düzenlediğinin altını çiziyor, ilerlemenin her zaman gölgesini, yani yabancılaşmayı da beraberinde getireceği gerçeği resmediliyor. Filmde Domenico’nun geçirdiği değişim aracılığıyla modern toplumlarda ideal yurttaşların nasıl yaratıldığına tanık oluyoruz: Kendilerini birer yabancı haline getiren sistemin sürdürülmesine gönüllü olarak katılacak yurttaşların.

Kaynaklar

Marx, K., & Belge, M. (2013). 1844 el yazmaları. İstanbul: Birikim Yayınları.
Simmel, G. (2009). Modern kültürde çatışma. İstanbul: İletişim.