İÇİNDEKİLER // KLOG

Bağımsız yayıncılığın bir yüz yılı

Özlem Köyoğlu

Martin Scorsese, 1977 yılında ‘New York, New York’u çekerken muhtemelen filmin çıkış şarkısının anlatılan hikâyenin önüne geçeceğini öngörememişti. Ancak İkinci Dünya Savaşı sırasında yaşanan bir aşk hikayesini anlatan film gösterime girdikten bir yıl sonra Frank Sinatra tarafından yorumlanarak bir anda üne kavuştu. ‘New York New York’u zirveye taşıyan, güzel bir şarkı olmasının yanı sıra şarkıda anlatılan hikâyenin zamanın ruhuyla kurduğu bağdı. Savaş sonrası toparlanma ve biraz da rahatlamayla geçen 50’ler, özgürlük hareketlerinin yükseldiği 60’lar ve dünyanın biraz daha sert bir ritmle farklı bir ivme kazandığı 70’ler insanlığı yeni bir yüzyılın eşiğine getirmişti. ‘New York, New York’ bu yeni dönemde küçük kasabalardan büyük şehirlere göçün simgesi oldu.

‘Haberi yaymaya başlayın, bugün yola çıkıyorum’ sözleriyle başlayan şarkı kısa sürede doğup büyüdükleri küçük kasabalardan bunalıp büyük şehre kaçmaya çalışan genç insanların milli marşı haline geldi. Öyle ya dünya değişiyordu. Yaşlı insanların tutunduğu o eski kasaba hikayeleri eriyip gitmekteydi. Gençler kendilerini doğup büyüdükleri kasabaya hapsetmeyecekti. Büyük şehre gidip onun bir parçası olacak, kalabalığa karışacak ve en tepeye yerleşeceklerdi. Bu onlar için bir güç gösterisiydi de aynı zamanda çünkü şarkıdaki kahramanın söylediği gibi ‘Orada’ yaşayabilirlerse her yerde yaşayabileceklerini biliyorlardı.

Şarkının sözleri ve dönemin rüzgarını arkalarına alan genç insanlar yeni bir hayata başlamak üzere büyük şehirlere doğru yola çıktılar. Elbette bu maceraya atılırken 40 küsur yıl sonra çocuklarının ve torunlarının kendilerinin gittikleri yoldan geri dönecekleri akıllarına gelmemişti. Ancak yeni yüzyılın ilk çeyreğini geride bırakmak üzere olduğumuz şu günlerde yaşanan tam olarak bu. 1981 ve 1996 yılları arasında doğan, ‘Milenyum’ ya da ‘Y’ kuşağı olarak anılan genç insanlar tersine bir göç başlatmış durumda. Bu geri dönüşe adetleri olduğu üzere havalı bir isim de bulmuşlar: ‘Urban Exodus’. Üstelik bu yolculukta yalnız da değiller. Yanlarında pandemi döneminde şehir hayatından yaka silken anne babaları da var.

Bu tersine göç günümüz insanının hayatını her yönüyle dönüştürecek bir etkiye sahip. Dijital çağın avantajlarını yanına alarak kırsal alanlara, köylere ve kasabalara giden farklı kuşaklardan kalabalıklar insanlık tarihinin içinde yerini alacak yeni bir hikâye yazıyor. Bundan en çok etkilenen mecralardan biri de günümüzde iletişimin en önemli unsuru olan medya.

Geleneksele dönüş

Çok değil on yıl önce en çok konuşulan konulardan biri dijitalleşmenin gazete, dergi ve kitaplara vereceği hasardı. Uzmanlar e-kitapların normal kitapların yerini alacağını, gazetelerin ve dergilerin artık sadece internet üzerinden okunabileceğini ve kısa süre içerisinde basılı materyalin çok da ilgi görmeyip ortadan kalkacağını söylüyordu. Gelinen nokta onların yanıldığını ve insanoğlunun basılı materyalden uzak kalmayı çok da sevmediğini gösteriyor. Yeni çağın bize sunduklarını kullanmayı seven kitleler pazar kahvaltısında gazete okumaktan, yolculuklarda dergilerine göz atmaktan, yatmadan gerçek bir kitabı karıştırmaktan vazgeçmek istemiyor. Gelenekselden kopamayan bu kitleler aynı zamanda anaakım medyanın sunduklarını da yaratıcı ve doyurucu bulmuyor ve farklı seçenekler arıyor.

Alternatif ve bağımsız bir medya arayışı elbette yeni değil. Ancak örneklerini internette sıkça gördüğümüz bu yayınlar şehirlerden küçük yerlere göçle birlikte şekil değiştirmeye başladı. İnsanlar şehirlerden uzaklaştıkça sade ve sakin bir hayata daha uygun, farklı türlerde konuları ele alan ve son derece geleneksel yöntemlerle hazırlanan bağımsız yayınlar ortaya çıkmaya başladı.  Bu yayınlar ana akım medyanın görmezden geldiği, şehir insanının burun kıvırdığı yerel haberleri de en az ulusal meseleler kadar önemsiyor ve yaşadığı yeri öne çıkaran bir tavrı benimsiyor. Ekonomik olarak kolay olmasa da artık çok daha fazla insan kendi gazetesini, dergisini basıyor.

Söz konusu bağımsız yayınlardan bir tanesi geçtiğimiz temmuz ayında Amerika’da çıkmaya başlayan ama tohumları pandemi döneminde atılan County Highway Magazine. Bir 19’uncu yüzyıl gazetesi formunda tasarlanan dergi önümüzdeki yıllarda daha sık görmeye başlayacağımız bağımsız medyanın en iyi örneklerinden biri. County Highway geleneksel baskı teknikleriyle hazırlanan ve yılda altı kere çıkan bir dergi. İnternet üzerinde kendilerini tanıtan bir sayfaları var ama orada dergiye ait içerikleri bulmak mümkün değil. ‘Basılı olanı okumanın keyfi hiçbir şeye benzemez’ mottosuyla çıkarılan County Highway abonelik sistemiyle çalışıyor. Dergiye abone olduğunuzda 21. yüzyıl meselelerini hem ulusal hem de yerel ölçekte ele alan bu zarif 19. yüzyıl hanımefendisi şeffaf bir zarfın içerisinde evinize gönderiliyor.

Gazetenin kurucularından editör David Samuels dergiyi uzun ve derinliği olan metinlerden korkmayan okurlar için hazırladıklarını söylüyor. Pandemi döneminde Samuels ve ortağı Walter Kirn küçük bir yerde, yeni ve daha basit bir hayata başlama hayalleri kurarken bu hayata uygun bir yayın çıkarma fikri ortaya çıkmış. Bu fikrin hayata geçmiş hali olan County Highway sanattan edebiyata, siyasetten tarıma, bitkisel ilaçlardan tarihi konulara uzanan birçok konuyu uzun uzadıya gözden geçiren, hiç acelesi olmayan 20 sayfalık bir dergi. Sembolleri kullanmayı da çok seven bir yayın. Kendilerine yol gösteren azizler olarak benimsedikleri kimi yazarları temsil eden minik vinyetleri derginin tasarımında görmek mümkün. Herman Melvile bir balinayla, Joan Didion güneş gözlükleriyle ve Tom Wolfe de bir asit tabletiyle anılıyor bu tasarımın içinde.

Amaçları yaşanan bu göçün yarattığı dönüşüme nitelikli bir katkı sağlayabilmek. Walter Kirn ‘Eğer New Yorker, New York şehrini küçük bir kasabaya dönüştürebildiyse biz de Amerika’nın küçük kasabalarını New York şehrine dönüştürebiliriz’ diyor. Bu hayali kurarken kesinlikle yalnız değil. Yaratıcı işler yapan pek çok insanın katıldığı bu göç küçük kasabaları farklı birer cazibe merkezi yapmaya aday. Hayatlarını kökten değiştiren insanların küçük yerlerde kurduğu bu yeni oyunun içinde yerelle ulusalı birleştiren en önemli unsur County Highway gibi bağımsız dergi ve gazeteler. Dünyanın farklı yerlerinde Kirn ve Samuels gibi okumak istedikleri bağımsız yayını çıkarmak için çaba gösteren çok fazla insan. Bu insanlar özellikle geçtiğimiz on yılın ikinci yarısından itibaren pek çok önemli işe imza attı. Arkalarından gelen yeni bir kuşak da var. Kendi dergisini, gazetesini çıkarıp derdini anlatmak isteyen o kadar çok insan var ki konuyla ilgili kitaplar da yayınlanmaya başlamış durumda.

Bağımsız dergiciliğin kitabını yazmak

2018 yılında Conor Purcell tarafından yazılan ‘The Magazine Blueprint’ bağımsız dergiciliği her detayıyla anlatan yayınların arasında öne çıkan örneklerden biri. Purcell bu kitabı hazırlamak için 50’den fazla bağımsız dergicinin kapısını çalmış ve onlarla uzun röportajlar gerçekleştirmiş. Kitapta bir bağımsız dergi ya da gazete çıkarmak istediğiniz zaman dağıtımdan mürekkep seçimine, tanıtımdan yazı fontuna kadar bilmeniz gereken her şey detaylarıyla anlatılıyor.

Basılı materyalin son günlerini yaşadığı söylenen bu dijital çağda bağımsız dergi ve gazetelerin yükselişini konuşmak tuhaf olsa da işin gerçeği bu. Uzmanlar bu dönemi bağımsız yayıncılığın rönesansı olarak nitelendiriyor. Üretim tekniklerinden ruh sağlığına, futboldan modaya pek çok farklı konunun ele alındığı pek çok bağımsız yayını standlarda görmek mümkün. Avrupa kentlerinde bu yayınların satıldığı özel kitapçılar da var. Londra’da ‘Magculture’ ve Berlin’de ‘Do You Read Me?’ adlı kitapçılar bunlardan sadece ikisi. Bu dergiler ve gazeteler tanıtımlarını genelde sosyal medya platformları üzerinden yapıyor, Kickstarter ve Patreon’da da kendilerini gösteriyorlar.

Elbette ekonomik olarak zorlukları olan bir seçim bu. Kağıdından mürekkebine pek çok farklı kalemi içeren maliyetiyle yazılı bir materyali yayınlamak hiç de kolay değil. Üstelik bu yayınların ana akım medyada yer alan reklamları almak gibi bir şansı ve niyeti de yok. Ancak ‘The Blueprint Magazine’in yazarı Purcell’e göre maliyet bu işin sadece bir yanı. Purcell potansiyel yayıncılar için önemli olanın hedef kitle olduğunu söylüyor. Dağıtım da düşünülmesi gereken önemli konulardan biri. Doğrudan satışın önemli olduğu bir mecra olduğu için bağımsız bir yayın çıkarmak isteyenlerin öncelikle hedef kitlesini bulması ve onlara kendini iyi tanıtması gerekiyor. Bu zorlukları atlatıp okuruna ulaşan yayınların ise bir süre sonra anaakım medya yayınlarını geride bırakacağını düşünüyor Purcell.

İlerleyen yıllarda bu farklı dönemin yarattığı değişimin insanlık ve medya tarihinde yerini nasıl aldığını göreceğiz. An itibariyle gidişin yönünü tam olarak kestirmek mümkün değil. Ancak

insanoğlunun eski alışkanlıklarından kopmayı sevmediği ve ne zaman ne yapacağının hiç belli olmadığı kesin. Kim bilir belki yakınlarda dönemin ruhunu yakalayan ve şehirden kasabaya kaçanların simgesi haline gelen yeni bir ‘New York, New York’ çıkar. Bekleyelim ve görelim.  

Bağımsız yayıncılık

Geçen yıl İngiltere’nin en önemli edebiyat ödüllerinden Booker’ı Sri Lankalı yazar Shehan Karunatilaka kazandı. Kitabını yayınlayan ise İngiltere’nin en genç yayınevlerinden biri olan, bir karı koca tarafından kurulmuş olan Sort of Books’du. Booker’ın kız kardeşi olarak görülen International Booker’ın yanı sıra Nobel, Goldsmiths, Pulitzer gibi pek çok önemli edebiyat ödülü küçük ve bağımsız yayınevlerinden çıkmış kitaplara verildi. 

Büyük yayınevlerindeki ticari baskı, dikkatli adımlarla ilerlemeye çalışıp bilinen isimler ve tutacağını düşündükleri kitaplar dışındaki eserlere şans tanımamaları küçük yayınevleri için avantaja dönüşmüş durumda. İlk kitabını çıkaran genç yazarlar ya da bir önceki kitapları iyi satmadığı için yeni kitapları büyük yayınevlerinde basılmayan deneyimli yazarlar şanslarını bağımsız yayınevlerinde arıyorlar. Birçoğu da çalıştığı yayınevine önemli ödüller getiriyor.

Elbette edebiyat ödüllerinin bağımsız yayınevlerinden çıkan kitaplara verilmesi başarının tek belirleyici unsuru değil. Ancak kitapların satış rakamları bağımsız yayınevlerinin okur nezdinde de yükseldiğinin bir gösteriyor. Basılı malzemeleri okurlara sunmanın her açıdan zorlaştığı bir dönemde bağımsız yayıncıların bu kadar ilgi görmesi editör ve British Book Award jürisi olan Philip Jones’a göre sektörü sağ salim ayakta tutan önemli bir etken. Büyük yayınevleriyle kıyaslandığında ısınmadan kâğıt fiyatlarına, dağıtımdan editörlüğe kadar pek çok işle aynı anda ilgilenmek zorunda olan bağımsız yayıncılar yayıncılık sektöründe daha insani kuralların geçerli olacağı bir dönemin de habercisi. Yazarıyla kişisel ilişki kuran, kendi sosyal çevresini oluşturan bu yayınevlerinin sayısı giderek artıyor.

Urban Exodus nedir?

Urban Exodus kalabalık insan gruplarının şehirlerden göç etmesi anlamına gelen ve son yıllarda oldukça sık karşımıza çıkan bir terim. Yapılan araştırmalar göçün büyüklüğünün tahminlerden fazla olduğunu gösteriyor. İstatistiklere göre 2020 ve 2022 yılları arasında tam 2 milyon Amerikalı kentlerden kırsal bölgelere taşınmış. Şehirlerde yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlayan boş apartman daireleri, terk edilmiş ofisler bir zamanlar hayalet kasabalar yaratan şehire göçün insansız şehirler yaratma gücüne sahip olduğunu gösteriyor. Artan kiralar, kalabalık, trafik, suç oranları gibi çeşitli nedenlerle bunalan şehir insanlarının pandemi yasaklarının başlamasıyla çıktığı bu göç tüm hızıyla devam ediyor. Bu göçün ülke ekonomileri üzerindeki etkisi, bireysel ve toplumsal hayat üzerinde yaptığı değişiklikleri ise önümüzdeki yıllarda görmeye devam edeceğiz. Y kuşağı tarafından başlatılan ‘Urban Exodus’un önümüzdeki on yılda dünya ülkelerinde bildiğimiz hayatın değişiminde büyük bir rol oynayacağı söyleniyor.