İÇİNDEKİLER // KLOG

Badiou ve siyaset

Bekir Avcı

Mustafa Demirtaş daha önce Deleuze ve Guattari’nin izinde Arzu Politikası‘nı kaleme almış, dostluğun önümüze koyduğu yeni imkânların eşitlikçi ve özgürleştirici bir yaşama ne ölçüde katkı sunabileceğini Dostluk kitabıyla anlatmaya çalışmış, fark ve olay kavramlarının çağdaş felsefede kazandığı farklı boyutlara Özgürleşme Siyasetinde Fark ve Olay kitabıyla eğilmişti.

Yazar son olarak yine Otonom’dan çıkan Radikal Bir Yenilik Umudu: Badiou ve Siyaset kitabında ise Fransız filozof Alain Badiou’nun düşüncesinde merkezi konumda olan ‘olay’ kavramına yoğunlaşarak, bu kavrama yönelik eleştirilere karşın ‘olay’a dayalı yeni bir siyasetin nasıl gerçekleşebileceğini tartışıyor.

Kitap dört ana bölümden oluşuyor: ‘Eleştiri Okları Olayı Ne Ölçüde Yaralar?’ başlıklı ilk bölüm Badiou’nun olay kavramına getirilen eleştirilere bir yanıt niteliğinde. ‘Olay Öncesi Belirtiler’ bölümü olayın hangi şartlarda, nasıl vuku bulduğu üzerine. Üçüncü bölüm ‘İdea ve Örgütlenme’de bir olayın yarattığı olanaklar ve örgütlenme meselesi tartışılırken, ‘Özne ve Karar’ başlıklı son bölüm ise olayla ne yapılacağına, karar verilemezlik durumuna, olaya sadakatin önemine ve buradan siyasi bir öznenin kendisini kurma imkânlarına değiniliyor.

Badiou’nun birçok kitabı Türkçeye kazandırılsa da onun başyapıtı olarak nitelendirilen Varlık ve Olay henüz Türkçeleştirilmedi. Mustafa Demirtaş’ın kitabının bu açıdan da önemli olduğunu, Türkçedeki Badiou literatürüne bir katkı sunduğunu not düşmek gerek. Badiou’nun temel yapıtına da referanslarla filozofun izini sürüyor Demirtaş. Bilhassa ‘Özne ve Karar’ başlıklı son kısımda. Bu son bölüme gelmeden önce kitabın başına saralım…

Rastlantısal olanın imkânı

Badiou için olay, ansızın ortaya çıkan olağanüstü anların, olanaksız gibi görünen şeylerin vuku bulmasını sağlar. Bir olay, bir durumun yasalarına içkin istisnadır. Örneğin Paris Komünü ya da Mayıs ’68 öngörülemez olaylardan bazılarıdır diyor Demirtaş. Hakeza Gezi de öyle. Badiou, 2013 yılında Sıla Tanilli ve Yücel Göktürk’le söyleşisinde, “Gezi benim için açıkça bir ‘hadise’dir. Yeni bir şeyin, yeni bir siyaset alanının, yeni imkânların kitlesel olarak yaratımıdır. ‘Hadise’ tamama ermiş bir şey değildir, bir önermedir, bir süreçtir” diyordu.

Peki, olay ne değildir? Örneğin, Avrupa’da yaşanan güncel ekonomik krizlerin Badiou için birer olay olmadığını belirtiyor Demirtaş. Çünkü krizler kapitalist dünyanın sürekliliğinin ve gelişiminin rasyonel parçalarıdır. Buna karşın, Demirtaş’ın kitapta kristalize ettiği tarifle, bu sürekliliği kesintiye uğratan, sermayenin tekrara dayalı mantığıyla örülen kapitalist dünyanın yasaları tarafından anlaşılmayan bir şeydir olay.

Yani olay, kavrama Daniel Bensaid ya da Antonio Negri gibi düşünürlerce getirilen kimi eleştirilerde iddia edildiği gibi ne bir mucizedir ne de teolojik bir boyutu ya da mistik yanı olan bir şey. Demirtaş’ın belirttiği üzere Badiou’nun geliştirdiği maddeci planın birliği içinde, dünyanın yapısında rastlantısal olanın imkânından başka bir şey değildir; hiçbir zaman dışarıdan gelmez, kendi kudretinden başka bir şeye gönderme yapmayan, toplumsal mücadelelerle yoğunlaşan bir içkinlik mahallinde vuku bulur.

Komünizm İdeası

Kitabın ‘İdea ve Örgütlenme’ başlıklı bölümünde olayın açtığı olanaklara değiniliyor. Ortaya çıkan yeni olanakların hiçbirinin önceden bilinenlerin tekrarı olmadığı vurgulanıyor. Buna bir örnek olarak yine Paris Komünü gösteriliyor. Çünkü 18 Mart 1871’de Paris Komünü’yle beraber önceden anlaşılamayan bir olanaklılık yani işçilerin gücü, bağımsız bir proleter siyaset vs. belirgin hale gelmiştir.

Ama olayın araladığı bu olanaklılık nasıl sürekli kılınabilir? Demirtaş, Badiou’ya göre bunun yolunun bir İdea’ya sahip olmaktan geçtiğini vurguluyor. Yani olanaklılığı sürekliliğe taşımak istiyorsak bir İdea’mızın olması gerekiyor. Badiou içinse bu İdea kuşkusuz ‘Komünizm İdeası’. Çünkü “bu İdea yoksa tam anlamıyla siyasetten bahsetmek olası değildir, zira o, gerçek bir eylemi siyasi diye niteleyebilmemizi sağlayan, bir siyaseti evrenselliğe bağlayan ve devletin işleyişine ya da programına indirgenemez yeni bir var oluş biçimine katkıda bulunan siyasi fikrin adıdır.”

Daha sonra örgüt sorununu ‘olay’ düşüncesine katarak bir siyasi hakikatin ne olduğuna dair bir tanımlamaya ulaşmak isteyen Badiou’da hakikat ve sadakatin önemine, olayın hakikatini üreten sadık özneye bakıyor Demirtaş.

Badiou düşüncesinde öznenin olay ve hakikat kavramlarıyla yakından bağlantılı olduğunu belirten yazar, şöyle diyor: “Çünkü özne daima bir hakikatin öznesidir. Olayla açığa çıkan bir hakikat inşası sürecinde vuku bulur.” Yani hakikati mümkün kılan şey hakikat sürecine dâhil olmaktan, olaya sadakat göstermekten geçer. Bu sürecin nasıl işlediğini şu sözlerle özetliyor Demirtaş:

“Bireyin kendi adına hakikate sadık olmaya karar vermesi olayın ortaya çıkışıyla gerçekleşmeye başlar. Aslında olay her şeyden önce bir tekliktir, dünyaya bir eklentinin tekilliğidir, onun olay olup olmayacağına karar veren öznedir. Karar verici özne de tekildir, benzersizdir, bir hakikat içinde onu kuran her zaman bir olaydır. Bir bireyin sadık özne olması için olayın ortaya çıkışıyla bir karar alması gerekir. Birey aldığı kararla sadık özne figürü haline gelir ve bu özne, olayın hakikat noktasını oluşturur. Yani sadık özneye tekillik kazandıran şey, bir hakikat içinde olmaya, onun cisimleşmesine katılmaya karar vermesidir. Bu karar malum ve güvenilir olana duyduğumuz arzudan ziyade öngörülemez ve meçhul olanı barındırır. Zira kararın sonuçları önceden bilinemez bir zorluğu sahiplenmeyi gerektirebilir.”

Gerçek bir yaşam

Kitabın sonuna gelirken, Badiou’nun siyasal kuramını tam merkezinde olay kavramının yer aldığı, halkı özgürleştiren bir değişim olanağını anlamak üzerine kurduğunu belirtiyor Demirtaş. Onun, olaydan çıkan bir hakikat ve ona sadık özne aracılığıyla var olanın yasalarının belli bir düzenlenişinden hakikatin parçası olmaya geçişin olanağını izah etmeye çalıştığını vurguluyor. ‘Hakikatin parçası olmak’ ise Demirtaş’ın altını çizdiği üzere, bizlere yeni bir yaşamı vadediyor:

“Hakikatin aktif bir parçası olmaya karar veren, bir hakikat sürecine dahil olan birey, düşündüğünden çok daha fazlasını yapabileceğini algılar, kendi iç sınırlarını aşarak gerçek bir yaşamın kapısını aralar. Deneyimlerinin her birinde gerçekten yaşadığını hisseder, var olmanın hazzını duyumsar. Bu bile insanı verili dünyadan ayırmaya yeter.”