İÇİNDEKİLER // KLOG

Ahir zaman estetiği:

Dünyanın sonunda ne giyeceksiniz?

Pınar Üzeltüzenci

Farklı disiplinlerden sanatçı ve yazarlardan oluşan Tiqqun Kolektifi’nin, Preliminary Materials for a Theory of the Young-Girl (Genç-Kız Teorisi için Ön Materyaller) adını taşıyan kitabı, tüketim toplumunun model vatandaşı olarak soyutlanan temsili bir Genç-Kız figürünü merkeze alır. Bu Genç-Kız (Young-Girl) tüketim kültürünün poster kızı, reklam yüzüdür (Nil Karaibrahimgil’in Özgür-Kız’ını düşünün), son derece gerçek ama baştan aşağı sahtedir, dünyayı bir dükkandan çıkıp diğerine girdiği koca bir AVM olarak deneyimler. Önüne geleni yutmadığı takdirde oyun dışı kalacağı bir bilgisayar oyunundaymış gibi hiç durmadan tüketir. Tüketmek onun varlığının koşuludur, arzusunun tek nesnesidir, salt tüketme yoluyla baştan çıkarabilir. “Genç-Kız” dağılmakta olan bir toplumu bütünleştiren yegane ortaklığın, tüketmenin cisimleşmiş halidir. 

Bu kitap 1999 yılında yayınlandığından bugüne çok şey değişti ancak tüketim toplumunun kavramsal bir soyutlaması olarak Genç-Kız figürü tam olarak en parlak dönemini, temsilin gerçekliği yavaş yavaş kemirip yerine çöktüğü günümüzde yaşıyor denebilir. Kapitalizm dininin mesihi bu Genç-Kız’ın geleceğini ilk müjdeleyen platform Tumblr’sa, mükemmel formuyla kuluçkasından çıkıp serpildiği yer TikTok’tur. Hayatın her anının kırılgan bir ritüel olarak hashtag’lendiği, hashtag’lenir hashtag’lenmez de metaya dönüştüğü bir sanal kimlik cangılı olarak TikTok, her şeyi yediği halde kilo almayan Genç-Kız’ın pusu kurup avlandığı mağarasıdır. 

Genç-Kız’ın simgelediği hiper bireyci tüketim kültürü, sadece (özellikle genç) kadınları metalaştırmakla kalmayıp aynı zamanda izleyenlerin de hayatlarını nasıl algılayıp sunduğunu etkileyen bir estetik trend bombardımanı şeklinde hüküm sürüyor. TikTok, Pinterest ve Instagram gibi görsel odaklı platformlarda yayılan ve çoğu “-core” ile biten (normcore, cottagecore vs.) estetik trendler kişisel deneyimleri bireyselliğin ve bencil bir hayatın her yönüyle romantikleştirilmesine duyulan bir ihtiyaç olarak araçsallaştırıyor. Kadınların sistemik ve yapısal sorunlarının kişisele indirgendiği, travmaların fetişleştirildiği, bireysel güçlenmeye yapılan vurguya rağmen kolektiflik maskesi giydirilmiş kimlik deneyimlerini pazarlanabilir ürünlere dönüştürüldüğü bir kültür yaratıyor. Bu da demek oluyor ki günümüz dünyasında kadın olmak sadece maddi baskıları değil, aynı zamanda böylesi sanal yüklerin de üstlenilmesini içeriyor. Özellikle genç kadınlar, bir güçlenme söylemine uyum sağlamak adına hayatlarının benzersizliğini kucaklamak ile platformların dayattığı estetik trendler aracılığıyla bu benzersizliği kanıtlamak zorunluluğu arasında sıkışıp kalıyor.

Mikro detayları romantikleştirmenin, karanlığın içinde bir parça neşe sunarak veya estetik tatmin sağlayarak cazibe kazandığı bir parça doğru olmakla birlikte bu eğilim hayatın küçük detaylarını takdir etmenin ötesine geçerek, her zaman özel hissetmeye yönelik zorlayıcı bir şartı dayatıyor. Estetik trendler güzellik ve iyi görünme etrafında döndüğü için ayrıcalık ve bireysellik alanlarında köklenen ideolojik bir baskı da kuruyor. Bu estetik trendler klişeleşmiş kadınlık algısını yüceltmekle kalmıyor, aynı zamanda patriyarkanın sembolik şiddetinin normalleştirildiği tehlikeli bir alanda geziniyor.

Kimliklerin kendisinden çok onları arayış sürecinin bir meta haline getirildiği estetik trendler, çevrimiçi alanlarda çalışan, yağmurda eriyen gözyaşları kadar kısa ömürlü giriş kartları olarak çalışıyor. Bir anda geçerli olan estetik bir kimlik başka bir alanda geçerliliğini yitirerek hızlıca yeni bir kimlik yaratılmasını/üstlenilmesini zorunlu kılıyor. Kimlikler arasındaki bu yolculukta Genç-Kız bir orkestra şefi gibi hareket ederek algıları, iletişimi ve etkileşimleri düzenliyor ve bu estetik tüketim kültürüne yön veriyor.

Bu kimlik mağazasında her şey estetik bir kategoriye dönüştürülebiliyor. Örneğin dağınık masanızın bir fotoğrafını hashtag: messycore etiketiyle paylaşarak bir estetik kimliğe dahil olabilirsiniz. O gün her nedense tarih öncesine ait bir ruh halindeyseniz şu etiket sizi temsil edebilir. Öylesine apolitik ve içi boş bir akım ki bu estetik trendler, Nazi Chic estetiği diye bir şey bile, “içeriğin değil sadece stilin üstlenildiği” notu düşülerek kendisine bu kültürde yer bulabiliyor.

Bu görsel apolitiklik çağının ana sorunlarından biri de estetiklerin piyasa değeri. Sosyal medya platformları estetik akımları aynı zamanda paraya çevrilen sanal bir pazar yeri haline getiriyor. Mükemmel bir estetik arayışı güzellik ve yaşam tarzı alanında sürekli güncellenen ulaşılamaz standartlar belirleyip onları pazarlıyor. Bu ticarileştirme sadece gerçekliğimize zarar vermekle kalmıyor aynı zamanda her şeyin akışkan ve geçici hale gelmesine, nihayetinde anlamsızlaşıp değersizleşmesine de sebep oluyor. Bu süreç de gerçekliğin çarpıtılmasına alan açarak, özgünlüğün yüzeysel görünümlerin egemenliğine yenik düştüğü bir kültürü teşvik ediyor. Dahası, beğeniler, yorumlar ve paylaşımlar gibi ölçütlerle niceliksel olarak ölçülen, hiç bitmeyen bir dış onay arayışını kamçılıyor. Dış görünüşün, formun ve güzelliğin her şeyden çok vurgulanması, bireyler üzerinde hâkim normlara uymaları yönünde aşırı bir baskı oluşturuyor ve böylece hem yaratıcılığı hem de çeşitliliği boğuyor.

Ölçülebilir metriklere olan bu saplantı, ruh sağlığı açısından da endişe verici. Devamlı olarak mükemmel bir şekilde kolajlanmış çevrimiçi kimliklerle karşılaştırma yapmak, yenilerine uyum sağlamak veya öncülük etmek zorunluluğu özellikle genç kadınlarda yetersizlik, kaygı ve depresif hislere sebep olabiliyor. Salt estetiğe yapılan vurgu, fikirlerin, duyguların ve gerçek bağlantıların değerinin görsel mükemmelliğin yüzeysel arayışı tarafından gölgede bırakıldığı bir toplumsal atmosferi yansıtıyor.

Peki bu estetik trendleri bugünün derin sistemsel krizleri ve belirsizliklerine verilen dokunaklı hatta biraz da trajik bir kültürel reaksiyon olarak okumak mümkün mü? Yoksa onları, her şeyin bir ayna imgesine dönüştüğü, gerçek hayatın bir rol yapma oyununun dekorundan ibaret kaldığı bir gösteri toplumunun bir izdüşümü olarak mı görmeliyiz? Avant-Apocalypse, plaguecore (veba modası) ve medicalcore gibi, zor zamanları nesneleştiren estetik trendler üzerinden düşünelim.

Distopik Şıklık: Avant-Apocalypse 

Estetik elbette doğrudan dış görünüş velhasıl moda endüstrisi ile yakın ilişki içinde ve bu sektör tarafından çokça sömürülen bir kavram. TikTok estetikleri de hızlı moda (fast fashion) ile aynı üretim/yayılım modelimi izliyor; bir anda popüler oluyor, hızla tüketiliyor ve kısa sürede unutulup gidiyor. Üstelik moda ve estetiği her daim sergilenmesi gereken bir karakter özelliği olarak yeniden kurgulayarak, bu akımlara uyumluluğu zorunlu hale getiriyor. Kıyafetlerimizden okuduğumuz kitaplara, nevresimizden gittiğimiz mekanlara kadar hayatımızın her detayını bir moda çekimi dekoru haline getirmemizi ve bu dekorun her gün değişmesi gerekliliğini dayatıyor.

Dünyanın felaket sonrası ortamında hayatta kalanların ellerinde ne varsa üzerine geçirdiği bir stili hayal eden Avant-Apocalypse estetiği, eski püskü, parçalanmış, uyum gözetmeden üst üste giyilen kıyafetlerle sözde çevre dostu bir akımmış gibi görünürken gerçek çevresel zorlukların distopik tasarımların cazibesiyle gölgelendiği bir yeşil aklama (greenwashing) riski de taşıyor. Bu noktada şu soru akla takılıyor: Kıyametin gerçekleşmesini engelleyemeyen bir sürdürülebilirlik ne işe yarar?

Aslında Avant-Apocalypse estetik trendinin yaptığı çok sinsi bir şey daha var: İklim krizi, depremler, çöken finans, gıda krizi, uzaylı istilası vs. başımıza ne gelirse gelsin felaket sonrası dünyaya hemen uyum sağlayacak ayrıcalıklı bir sınıfı norm olarak kuruyor. Aynı zamanda marjinalleştirilmiş toplulukların karşılaştığı gerçek zorlukları potansiyel olarak önemsizleştirerek bu hikayeleri salt eğlenceli veya ilham verici birer deneyime indirgiyor. Bu açıdan bu estetik trendin distopik hikayelerden ilham alarak toplumsal çöküşü romantikleştirme eğilimi taşıdığını söylemek mümkün. Her sene Wasteland Weekend’de bir araya gelip dünyanın sonunun tadını çıkaran Mad Max hayranlarına bir bakın.

Ölümü Romantikleştirmek: Plaguecore

Plaguecore, Rönesans ve Barok dönemlerinde yaşanan veba salgınlarının görsel estetiğini yeniden uyarlayan bir akım ve özellikle dönemin meraklı, karanlık ve kâşif ruhlu tuhaf doktor prototipinden ilham alıyor. Pelerin ve maske ağırlıklı bir vitrin ve siyah ve gri tonlarında bir görsel evrene sahip olan estetiğin ilham kaynakları arasında Edgar Allen Poe ve Karındeşen Jack gibi karakterler steampunk gibi janrlar bulunuyor. Nostaljik unsurların hâkim olduğu bu trend, tarihsel olayları seçici bir şekilde romantikleştirerek, o dönemin insan deneyiminin daha geniş ve zorlu yönlerinden kaçarken, salt estetik zevk alabileceği taraflardan bir kolaj oluşturuyor. Ancak bu estetik trend, hastalık ve tarihi salgınlara olan yüzeysel merakıyla rahatsız edici o soruyu yine gündeme getiriyor: Geçmiş nesillerin acıları, metalaştırılarak modaya uygun ve pazarlanabilir bir unsur haline mi getiriliyor?

Bir Meta Olarak Hastalık: Medicalcore

Medicalcore, hastalık, hastane, ilaçlar, serum, şırınga gibi sağlıkla ilgili temaların pastel renkli filtrelerden geçirilmiş şekilde paylaşıldığı bir estetik trend. Bu estetik çok konuşulmayan bakım meselesini ortaya sürerek bireylere kendi sağlık hikayelerinin kontrolünü ele almada yardımcı olup bir tür güçlendirme hissi yaratıyor gibi görünse de zayıf bünyeli, bakıma muhtaç hastalıklı Genç-Kız algısını güçlendirdiği ve romantikleştirerek sömürdüğü için de eleştiriliyor. 

* * *

Estetik trendler, bireylerin toplumsal zorluklarla başa çıkmalarına gerçekten yardımcı mı oluyor yoksa temsil ettikleri sert gerçeklere karşı duyarsızlaşmaya mı sebep oluyor? Korkunç gerçekleri ve gerçek mücadeleleri potansiyel olarak önemsizleştirmeye eğilimi taşıyan bu estetik trendler, karmaşık hikayeleri yüzeysel ifadelere indirgeyerek, bu zorluklardan doğrudan etkilenenlerin deneyimlerini göz ardı etme riski taşıyor. 

Sonuç olarak, hayata sadece estetik değer taşıyan bir meta olarak bakmak, gerçek hayatı bir oyuna indirgeme tehlikesini beraberinde getiriyor. Oyunlaştırma (gamification), oyun tekniklerini sıradan yaşam aktivitelerine uygulayarak onları bir oyun gibi hissettirme riskini de içerir. Oyunlar, geçici olarak üstlendiğimiz kimliklerle belirli amaçları gerçekleştirmek için çabaladığımız eylemlerle var olurlar. Gerçek hayatın aksine, oyunlarda (ve sosyal medyada) ne yaptığınızı bilirsiniz, bu nedenle yeni bir hesap açmak, yeni bir estetik benimseyip bir platforma yeniden başlamak mümkündür. Alınan beğeniler ve paylaşımlar oyunu kazanıyormuş hissi verir çünkü her şey tek bir değer ölçeğine, popülerlik ölçeğine indirgenmiştir. Gerçek hayat ise böyle değildir, keyfin yanında acıyla da doludur ve tekrarı yoktur. 

Ayrıca popüler olan her yeni estetik akım, bir öncekinden kalan kıyafetlerin çöpe atılması anlamına gelir. Birkaç ay içinde sürekli kıyafet satın alma döngüsü hem iklim için zararlıdır hem de bu kıyafetleri yapan işçilerin insanlık dışı şartlarda çalışmalarını gerektirir. Bu hızlı giysiler, işçiler için hızlı teslim tarihleri demektir, günde 16 saatten fazla çalışmalarına ve kötü muameleye maruz kalmalarına neden olur. Estetik kültürünün arkasındaki en önemli acı gerçeklerden biri de budur. Distopya fikri internette göründüğünün aksine herkes için çekici olmayabilir.